Sosyalist politika, geleceği bugüne izdüşüren bir yaklaşımla hareket eder. Bir başka deyişle onun temeli, alternatif bir toplumsal ilişki biçimini geliştirmektir. Bu ilişki biçimi, egemen ilişki tarzına karşıt alternatif nüve olarak geliştirilmez ise ne denli radikal söylemler kullanıyor olsak da, düzen sınırlarını aşan bir devrimci mücadeleden, politikadan söz etmek temelsiz olacaktır.
Koronavirüs ile mücadele çerçevesinde özellikle hizmet sektöründe pek çok işyeri kapatıldı. Onbinlerce fabrika işçisi ücretsiz izne çıkarıldı. Sonuçta işsiz sayısı 8 milyona çıktı; salgın sonrasında bu sayının en az 10 milyon olacağı öngörülüyor. Salgın sona erse bile yoksulluk daha yaygın bir hal alacak..
Halk bir yandan virüs karşısında can derdinde, öte yandan yoksulluğun pençesinde. Saray kabinesi, Suriye’de cihadçı çeteleri, Libya’da İslamcı kabile hükümetini besleyip desteklerken,‘’itibar’’ için, ve de yönetime yaranmak için ABD’ne ekipman yardımı yaparken, kendi halkının yüzde-62’sine maske dahi dağıtamadı!. Okullara bile dezenfektan parası için Iban numarası gönderen hükümetin pandemi sürecinde iyice ayyuka çıkan, paramiliter çeteleri beslemeyi ve gösterişi önceleyen bu halk düşmanı politikaları sonucunda dayanışma bir çatışma alanı haline geldi. CHP'li belediyelerin halkla dayanışma kampanyaları başlatmalarını yasalara aykırı olarak yasaklayan iktidar, tek-adamın ismi ile ‘’Milli Dayanışma’’ başlattı.
‘MİLLİ’ GASP
Erdoğan, belediyelerin halkı destekleme faaliyetlerini 'devlet içinde devlet olmakla' suçlamakla kalmadı 'böyle işleri teröristler yapıyor' diyerek kendi kampanyası haricindekileri 'terörist faaliyet' olarak nitelendirdi. Kendi kampanyası da memurların maaşlarının bir kısmına el koyma biçiminde olduğu dikkate alındığında aslında ‘millilik’ giydirilmiş gasp niteliğinde. Yetmedi, belediyelerin kendi bütçelerinden karşıladıkları, halka parasız ekmek, iaşe dağıtmak gibi yardımları da yasakladılar. Yasağı uygulayan İçişleri bakanı SS, gerekçesini belediyelerin bu dayanışma hamlesinden ‘’işkillenmeye’’ dayandırdı. ‘’Ben işkilleniyorum. Acaba birileri karşı karşıya kaldığımız bu süreçten başka bir anlam mı çıkarıyor?’’
SS böyle dayanışmadan işkillenirken AKP sözcüleri bunu ‘paralel devlet’ diye etiketlediler. Böyle olmadığını çok iyi biliyorlardı, ancak bu algıyı yaratmak istiyorlar. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu bu iddialara haklı olarak isyan etti, “Dünyanın hiçbir ülkesinde millete ekmek ve gıda kolisi dağıtan belediye başkanlarına 'terör örgütü lideri' muamelesi yapılmaz.” Ne var ki, HDP’li Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir, il ve ilçe eş başkanları aynı iddialarla tutuklanmıştı. Artık İktidarın hukuk ve yasa tanımazlığı iki kelimeye sığmış durumda. HDP’li belediye yöneticileri ‘’iltisaklı’’ görülüp tutuklanıyor, ’’işkilenme’’ CHP’li belediyelere yasaklama getiriyor.
Yasaklamaların farklı yöntemlerle delinerek ters teptiğini, yerel yönetimlerin halkla dayanışmasını engelleyemediğini gören Saray oligarşisi, işi tehdit noktasına getirdi. Salgın günlerinde halkın hiç bir sorununa çözüm getirmeyen, sadece kendi iktidarını diktacılıkla ayakta tutma çabası ile, ve sadece siyasi eleştirilerin değil, her gün bir adım daha batağa saplanan damat yönetimindeki ekonomiyi eleştirmenin bile ardında darbe arar hale geldi. Barolara, odalara, toplumun örgütlü kesimlerine saldırarak muhalefet yapmayı darbe yapmakla eşleştirirken, son olarak 5 HDP’li belediyeye daha kayyım atamak suretiyle, faşizme özgü bir riyakarlıkla bizzat kendisi halk iradesine karşı darbe pratiğini ortaya koydu.
İktidarı artık iki korku yönetiyor. İlki kendisinin de bir strateji olarak izlemiş olduğu, muhalefetin yerel yönetimlere dayanarak merkezi iktidarı ele geçirme imkanının ortaya çıkması.İkincisi ise; muhalefetin tehditler karşısındaki yumuşak tepkilerine rağmen yerel yönetimlerin halkla dayanışmaya yönelik adımları ile birlikte, genel olarak toplumda dayanışma eğiliminin ortaya çıkması. Dayanışma bilincinin gelişip yaygınlaşması, sadaka ile kontrol ettiği kendi tabanını çözebilir. (Baskı ve engellemelerle karşı karşıya olan HDP bile kayyum atanan Dıyarbakır’da ‘Kardeş Aile kampanyası ile 10 bin aileyle temas kurdu, 800 aileye ‘dayanışmacı aile’ buldu).
Anlaşılacağı gibi, Erdoğan’ı ve her türlü suç çetelerinden oluşan müttefiklerini muhalefetin ‘ne darbesi ya Allahaşkına’sı değil, halkın ‘yeter gayri’si korkutmaktadır. Ve dayanışmanın örgütlenmesi bu ‘Yeter Gayri’yi tetikleyebilir. Ayrıca kimlerin dayanışma bilinciyle, mahalle ile, komşularıyla iletişim kurduğunun farkındadır. En az kendi şurekasının pandemiyi fırsat bilerek yağma ve rant alanlarını gaspetme faaliyetlerini artırdıklarını bildiği kadar.
17 AĞUSTOS DEPREMİNDE DAYANIŞMA
Devlet ve egemen güçler, 17 Ağustos 1999 depreminde gördüler. Onlarca sivil toplum örgütü,mimar mühendis, yüzlerce demokrat, ilerici, sosyalist kadın erkek anında depremin ana üssü Gölcük’e, diğer ilçe ve beldelere akın etti. Yardımların organizasyonu için kriz masaları oluşturuldu. Sadece yardım değildi. Evsiz ve işsiz kalan, yakınlarını kaybeden yurttaşların yaşamını yeniden kurmaktı mesele. Komünal anlayışla mutfaklar, çadır kentler inşa edildi, çocuklara yönelik eğitim faaliyetleri de ihmal edilmedi. Bende ikinci günü arkadaşlarımla birlikte bölgeye gidenlerdendim. Arkadaşlarımın birçoğu yıkıntılardan insanları kurtardılar. Bazı arkadaşlarla birlikte yardımların konuşlandırıldığı depolarda görev yaptık. Hem çalınmasın, hem de ihtiyacı olanlara dağıtılabilsin diye. Ordu da işini içindeydi. Kocaeli bölgesinde bir tugay komutanı görevlendirilmişti. Subaylarla birlikte iş yapıyorduk. Ancak bunların bazılarının MHP'li köylere gizlice erzak dağıtma faaliyeti yürüttüklerine tanık oldum. Pahalı eşyaları, İlaçları çalanlar vardı. Bizi bu yüzden uzaklaştırmak istediler. Kumpas bile kurdular, astsubayın silahının kaybolmasından beni sorumlu tutup, bölgeden sorumlu albayın emriyle çadırda gözaltına alındım. Bazı arkadaşlarım da komutanların bir çok tehditi ile karşılaştı. Onlarca insanı betonların altından kurtaran AKUT'u da istemediler. Onlar da gerçekten kurtarma ve dayanışma gösteriyorlardı.
Ardından gelen 12 kasım Düzce depreminde de sabahın 6’sında yerle bir olmuş Kaynaşlı’daydık. Aynı dakikalarda Ankara’dan gelen Devlet Bahçeli ile burun buruna geldik. Halimizden belliydi kim olduğumuz. O gelmeden kriz masalarını açmış, halkla iletişime geçmiştik bile. Somut dayanışmamız ile devlet bizi görmüştü. Başbakan yardımcısı Bahçeli'nin yüzünden nasırlarına bastığımız okunuyordu..
Erdoğan'ın dediği gibi, 'böyle şeyleri teröristler' yapardı. Bunu Gezi İsyanındaki o büyük dayanışmada görmüştü. Farklı ideolojik şekillenmelere, inançlara karşın, emekçileri, beyaz yakalıları, gençliği, aydınları dayanışma farklılıklarına rağmen, çadırlarda, yeryüzü sofralarında dayanışma içinde nasıl eşitlendiklerini görmüştü.
BİREY HUKUKU VE DAYANIŞMA
“Sınıflı ve sınıf çatışmalı eski burjuva toplumunun yerini öyle bir toplum alacaktır ki, onda her bireyin özgür gelişmesi, bütün herkesin özgür gelişmesinin koşulu olacaktır.” (Komünist Manifesto)
Bireyin özgür olması demek, tercihlerini özgürce seçmesi, yaşamına dair bütün karar süreçlerine doğrudan bireysel iradesiyle katılması demektir. Kolektif iradenin oluşması özgür bireylerin tercihlerini ortaklaştırmasıyla gerçekleşir. İnsan toplumsal bir varlıktır. Birey ancak topluluğun-toplumun-kolektivitenin bir üyesi ise BİREYDİR. Sosyal varlık dışında bireyin bir tanımı yoktur. Bu yüzden bireysellik ve toplumsallık parça bütün ilişkisidir. Birey kendisini öznel bir varlık olarak toplumsal ilişkiler içinde gerçekleştirir. Birlikte çalışma, ortak (komünal) yaşam ve iletişim...
İşte bu anlayışla 'Birey hukuku' dediğimiz şey, dayanışmanın temel örgütlenme ilkesi olmalıdır. Her birey bir diğerinden farklıdır. Birey olmanın özelliklerinden biri de budur. Bu farklılık sadece karakteristik özelliklerden kaynaklanmaz, daha çok yaşam ve üretim deneylerinden kaynaklanır.
Kolektivite, -bileşke iradenin ortaya çıkmasının koşulu olarak- bireyin özgürlüğünü teminat altına alır. Burada herhangi bir siyasi çevre, grup, örgüt kendi iradesini toplu olarak dayatamaz. Bu, kolektif ‘içinde ayrı bir kolektif olmak demektir ve her bir bireyin bir diğeriyle eşitliğine aykırı bir tutumdur. Bireyin karar alma süreçlerine eşit katılımı temeldir, bu koşulda birey inisiyatifini geliştirebilir ve tercihlerini ortak çıkarla uygunluk içinde özgürce kullanabilir. Ama ortak bir karar alındıktan sonra onu uygularken kolektivitenin bir üyesi gibi davranmak gerekir. Emekçi kitlelerin inisiyatif kazanmasının yolu budur. (Grupçuluk burada, -egemen sınıfın ideolojisinden yansıyan bir tarz olarak- eylemi, etkinliği mülkiyetçi bir anlayışla sahiplenme eğilimi olarak tezahür eder. Kendisini kollektivitenin üstünde görür. Elbetteki bu şekilde bozguncu bir rol oynar)
Dayanışma bir toplumsal örgütlenmedir. Bu nedenle siyasal örgütlenmelerden farklı olarak, üretken ve eylemli üyelerden oluşan, onların çabalarını birleştiren ve farklı çabaların frekans ayarını yapan bir “düzenleyici” (koordinatör) konumunu almalıdır.
Dayanışma kamusal bir alandır. Habermas, kamusal alanı bireylerin kendilerini ilgilendiren ortak meseleler etrafında akıl yürüttükleri ve rasyonel tartışmalar sürdürdükleri bir ortam olarak tanımlar. Sonuçta, sınıf çelişkilerinin belirlenimi altında ortak yararı saptamaya çalışırlar. Bunu yapmak için de farklı eylem ve söylemler geliştirilir. Bu tartışmalar neticesinde, sorunlar hakkında ortak kanaat ve kamuoyu oluşurken; bireyler iletişimsel eylem aracılığıyla ortak akıl oluşturmaktadır.
SOSYALİSTLER DAYANIŞMAYA NASIL BAKMALI?
Yukarda söylediklerimiz dışında, özel olarak bu konuya değinmek gereklidir.
Dayanışma, acil-yaşamsal toplumsal ihtiyaçlar karşısında işbirliğİ ve paylaşma olarak gündeme geliyor. Mevcut kapitalist sistem, özel mülkiyete dayalı, herşeyi metalaştıran, insanlar arasındaki ilişkiyi de metalar / nesneler dolayımıyla kurulan bir ilişkiye dönüştüren bir sistem olduğu için, bu sitemden zarar gören, sömürülen, ezilen, dışlanmış emekçi ve yoksul insanlar arasında gönüllü olarak ortaya çıkan yardımlaşma-paylaşma ve işbirliği doğal olarak bu yapıya karşıt bir ilişki tarzı olarak ortaya çıkar. Bu, alternatif bir toplumsal ilişki tarzına doğru gelişme potansiyeli taşır. Bu potansiyeli açığa, yani kuvveden fiile çıkarmak, işte öncülük, fikir ve davranış olarak burada kendini göstermelidir.
Özellikle kriz dönemlerinde toplumsal dayanışma, üretim araçlarının denetimini sağlamaya yönelik eğilimi geliştirir. Dayanışmanın temel faaliyetlerinden biri olarak kavranan kooperatifler aracılığı ile üretim ve dağıtım faaliyetleri bu eğilimi yansıtır. Ürünlerin kullanım değerini esas alan bu faaliyet, kapitalizmin değişim değeri üretme, yani kar amaçlı artı-değer üretiminden temelde farklıdır. Çünkü tercihlerimizin, ihtiyaçlarımızın neler olduğunu ideolojik araçlarıyla bize dayatan kapitalist sisteme aykırı olarak, biz karar vermekteyizdir.
Bu çerçevede,insanların tercihini neyin yararlı ve gerçek kullanım değerine sahip olduğu arayışı ile belirleme eğilimine girdiği pandemi koşulları içinde sermayeleşmiş (kar amaçlı) endüstriyel gıda üretimini kamu mülkiyetine geçirmeyi savunmak daha elverişli hale gelmiştir. Zira bir çok virüsün, salgın hastalığın ön koşullarını yaratan, ürünlerin doğal içeriğini değiştiren, zararlı kimyasallar katan, onları organik ve organik olmayan kategorilere bölen, dolayısıyla insanlığın geleceğini tehdit eden bu tarz üretimdir. Bu nedenle, kamu mülkiyeti, çevreyi ve çiftçileri koruyacak zirai-ekolojik uygulamalarla entegre bir şekilde halk sağlığını korumak için kaçınılmaz hale gelmiştir.
Kapitalizm üretim sürecini, taşeronlaşma, esnek üretim, eve iş verme, yarı-zamanlı çalışma gibi yöntemler kullanarak işyerini -sadece ulusal düzeyde değil, global düzeyde de- parçaladı, böylece emekçilerin kollektif direncini, dayanışmasını zayıflatarak örgütlülüğünü güç olmaktan çıkarmayı hedefledi. Bireycilik, sosyal ilişkilerden soyutlanarak çok farklı kanallardan topluma pompalandı. Neoliberalizmin ideologları ve medyası, kişinin kendi çıkarı peşinde koşmasının aslında tüm toplum için yapabileceği en iyi şey olduğunu anlattılar. Ekonomik yoksunluk, geleneksel toplumsallıkları da parçaladı. Geleneksel mahalle, hemşeri, akraba, hatta çekirdek aile dayanışmaları bile aşınarak sonuçta herkes sadece kendisi olarak ayakta kalmaya çalışır oldu. AKP’ninn bu kadar güçlü kalabilmesinin temel bir nedeni budur. Çünkü toplumsal olan herşeyin atomizasyonu yerine sadakayı geçirdi.
Çürüme, geliştirdiği dinamiklerle söz konusu parçalanmayı körükledi. Ahlaki yok oluş, kişiliklerin değersizleşmesi, fedakârlık ve dayanışma kültürünün yok olması, sonuçta sistem karşıtı hareketlerin içinde bile yozlaşmaya yol açarak kolektivizm ruhunu köreltti. Bencillik ve en önce kendini düşünme ahlaki düstur haline geldi. Fuhuş, uyuşturucu, çeteleşme, gaspçılık kişilikleri çözdükçe adım adım toplumsal olanı da yok ediyor.
Salgın ve kriz karşısında ortaya çıkan Dayanışma ağları, emekçi kitlelerle organik ilişki geliştirmek için olduğu kadar yok edilmeye çalışılan komünal ruhun yeniden inşası için de bir imkandır.. İdeolojik eğilimlerin yansıdığı bir alan olabilir, ama kendisi ideolojik bir yapı değildir. Siyaseti bir araç olarak kullanabilir ama siyasi grupların görünür kılındığı bir alan olamaz. Siyasi ve ideolojik görüşler -kitlelerin doğrudan çıkarlarının ortaklaştığı bir alan olarak- dayanışmanın içinde farklı fikir kümeleri olarak konumlanmalıdır. Ki bu farklı fikir kümeleri seçenek / alternatif üretiminde, karar alma süreçlerinde anlam kazanır. Dolayısıyla, asıl özü üretim araçlarını, üretim ve dağıtım süreçlerini kontrol etmek olan emek demokrasisinin (proleter demokrasinin) devindirici güçleri olarak rol oynarlar. Bu itibarla, dayanışma ağları emekçilerin, kent ve kır yoksullarının Paris Komünü, sovyet veya konsey tipinde politik öz örgütlerinin nüveleri olabilir.
Özellikle kapitalizmin kriz dönemlerinde ortaya çıkan bu tarz örgütlenmeler, çalışan ve işsiz işçilerin, yoksulların, ezilenlerin, dışlanmışların, göçmen emekçilerin, kadınların sadece dayanışma ve savunma hatları değil, krize karşı kendi çözümlerini, bir Emek Cephesi düzeyine evrilterek programatik olarak ortaya koydukları örgütlenmeler olmalıdır.
Sosyalist politika, geleceği bugüne izdüşüren bir yaklaşımla hareket eder. Bir başka deyişle onun temeli, alternatif bir toplumsal ilişki biçimini geliştirmektir. Bu ilişki biçimi, egemen ilişki tarzına karşıt alternatif nüve olarak geliştirilmez ise ne denli radikal söylemler kullanıyor olsak da, düzen sınırlarını aşan bir devrimci mücadeleden, politikadan söz etmek temelsiz olacaktır.
Yazarın Dİğer Yazıları
Fareler, Muktedirler ve Seçim
12 Mayıs 2023TİP’in kararı, HDP’nin Çengiz Çandar Tercihi
28 Nisan 2023Faşizm ve İç Savaş
30 Haziran 2022Devrimci durum ve Emek Cephesi
8 Kasım 2021Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
23 Eylül 2021Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
16 Ağustos 2021Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
13 Temmuz 2021Faşist MHP Kapatılmalıdır!
4 Temmuz 2021Finale Doğru
26 Nisan 2021Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019