Tiyatronun anlattıkları hayatın kendisidir. Shakespeare’den izlediklerimiz zaman ve mekan kavramını aşan, her devrin çağdaşı, evrensel bir gerçekliğin hikayesidir. Zorbalığın iktidarı biçim değiştirse de her dönemde aynı yol ve yöntemlerle karşımıza çıkar.
Tiyatro; gerçekliğin, sanatın diliyle yeniden hayat bulduğu o büyülü alan. Bazen beğenmediğimiz kendimizle yüzleşerek ya da öykündüğümüz, hayranlık duyduğumuz karakterlerle aynı yaşamı paylaşma duygusuyla ya da sahneye yabancılaşarak oyundan hayata ait bir gerçekliği bilince çıkarmakla sonuçlandırırız bu eğlenceli seyirlik süreci. Kah üzülerek, öfkelenerek, kah şaşırarak, sevinçle ya da rahatlama duygusuyla izlediğimiz oyundan, bazen derin bir çaresizlik ya da içimize sığdıramadığımız bir başkaldırı duygusuyla ayrılırız.
Günlük yaşamımız ve tüm hayatımız, bu duyguların iç içe geçerek açığa çıktığı yine birbirini doğuran, tetikleyen sayısız bir dizi olay ve ilişkinin sonucu değil midir? Yıllara sığan bütün bu duyguları bize kısa bir zaman aralığında tattıran tiyatro oyunları, toplumsal değişimlere, kültürel farklılıklara ve üstelik yazıldıkları günlerden bu yana aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen hala eksilmeyen bir ilgi ile izlenebiliyor.
Bu tür eserlerin yaratıcıları arasında William Shakespeare (Şekspir) ilk akla gelenlerdendir. İngiltere’de Elizabeth döneminin bu önemli tiyatro yazarı, büyük bir söz ustası olmasının yanı sıra, yaşadığı çağın önemli bir tanığı olarak tarihin bir dönemini anlamamıza da yardımcı olur. Oyunlarında, saray entrikalarını, dönemin soylu sayılan insanları arasındaki ilişkileri, gelişen tüccar sınıfın karakterini, kralların, kraliçelerin, iktidarı ele geçirmek isteyenlerin kavgasını izleriz. Yazar, aşkların, iktidar kavgalarının, büyük ihanetlerin, soylu ve soysuz davranışların hikayelerini anlatır. Oyunlarda yalan ve iftiranın nasıl kolaylıkla dile geldiğini, hırsın, kibir ve iktidar olma duygusunun yıkıcılığını görürüz. Çoğunlukla saray çevresinde cereyan eden olaylarda halktan kişiler ya hiç yoktur, ya da çok kısa süreli sahnede görünürler. Sonuçta Şekspir bize egemenlerin dünyasını anlatır. Onların yalan ve entrikalara dayalı ilişkilerini ve halkı nasıl gördüklerini öğreniriz yazarın oyunlarından.
Oyunlar yaşadığımız gerçekliği bize daha çarpıcı bir biçimde verse de bazen yaşayarak da öğreniriz bu riyakarlıkları, yalana ve iftiraya dayalı siyaset tarzını. Ülkemizde de örnekleri çok ama herhalde son yılların tarihe geçen en büyük yalanı Kabataş Yalanı olarak bilinen, R. Tayyib Erdoğan’ın Geziciler, yanında çocuğu olduğu halde başı örtülü bacımı taciz ettiler sözleri idi. Erdoğan’ın, Gezi direnişini itibarsızlaştırmayı ve gezicilere dönük kin ve nefret uyandırmayı amaçlayan diğer bir açıklaması ise, camiye ayakkabı ile girdiler, içki içtiler, görüntüleri var şeklinde idi. Aradan 400’ü aşkın cuma geçmesine rağmen hala o görüntülerden eser yok!
Son günlerin yalan konusu ise Boğaziçi Üniversitesi’nde devam eden direniş. Haklı ve meşru bir direnişi itibarsızlaştırmak ve öğrencileri şeytanlaştırmak için gösterilen “gayretler” i öğrenciler, gayet zekice hazırladıkları videolarda yaptıkları açıklamalarla ortaya çıkarıyorlar.
İstanbul Düş Sahnesi (İDS) olarak Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ile 2017 yılında kısa süreli bir ilişkimiz olmuştu. Sosyal Bilimler Kulübü’nün davetlisi olarak katıldığımız Sekizinci Emek Haftası etkinliklerinde üniversite kampüsü içinde yer alan Garanti Kültür Merkezi’nde 10 Mayıs 2017 günü Dobra Çetin Usta isimli oyunumuzu sergilemiş, bu vesile ile üniversite içindeki o özgür atmosferi solumak ve az sayıda da olsa öğrencilerle yakından tanışma fırsatı bulmuştuk.
Bu ziyaret sırasında, her biri, pırıl pırıl ışıldayan beyinleriyle, kendi eğitim sorunlarının ötesinde emekçilerin yaşam koşullarını, üretim ilişkilerini sorgulayan, bu amaçla sohbetler, sanatsal gösteriler düzenleyen gençlerin çalışmalarına tanık olduk. Daha başka alanlarda da öğrencilerin sosyal ve sanatsal anlamda gelişmelerine ön ayak olan öğrenci kulüplerinin varlığını öğrendik. Farklılıklarıyla bir arada olabilme başarısını, özgür bir tartışma ortamı içinde geliştiren öğrenciler ve onların bu çabasına destek veren öğretim elemanlarının sarayın öfkesini niçin bu kadar çekmekte olduğunu anlamak için çok da söze gerek yok.
Belli ki, konu sadece atanmış kayyum rektöre sahip çıkmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Kabullenemedikleri bir yaşam biçimine, dünya kavrayışına, eğitim biçimine ve en önemlisi, biat etmeyen, boyun eğmeyen bir gençliğe, üniversite camiasına duyulan öfke, Boğaziçi Üniversitesi’ni iktidarın en önemli meselesi haline getiriyor.
Öğrencilerin haklı ve meşru talep ve eylemlerini suç olarak göstermek için her gün yeni bir yalan üretiliyor. Cumhurbaşkanı, protestolarını barışçıl bir biçimde sergilemek için gösterdikleri tüm gayretlere rağmen öğrencileri “terörist” olarak adlandırmaktan da geri durmadı. Benzer şekilde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da, yurtdışından gelen eleştiriler üzerine Bazı kişilerin Boğaziçi Üniversitesi’ne ilişkin durum hakkında yanlış bilgilendirildiği sözleriyle başlayan bir açıklama yaparak bu kervana katılmış oldu. Altun, haftalardır öğretim elemanlarının ve öğrencilerin bitmeyen, tersine giderek artan tepkisini küçük bir grubun radikal görüşleri diye adlandırırken, eylemle terör örgütleri arasında bir bağlantı kurmayı da ihmal etmedi.
***
Tiyatro çalışmalarımızın kuramsal bölümün önemli bir kısmını tiyatro tarihi ve tarihsel süreç içinde yazarlar ve oyunları oluşturuyor. Şekspir, bu programın önemli bir kısmını işgal ediyor.
Okuyup, üzerinde tartıştığımız birçok eser arasında sıranın III. Richard’a gelişi ile Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan özerk üniversite mücadelesi aynı döneme denk geldi.
Şekspir, iktidarı ele geçirmek için hiçbir kötülükten geri durmayan, yalan ve iftiralarını cinayetlerle tamamlayan ve kral olduktan sonra III. Richard olarak anılacak olan Gloucester Dükü’nün kendi eylemini anlatışını bize şu sözlerle aktarıyor (kısaltarak);
“Önce yapacaksın kötülüğü, ardından ilk eden
Kendin olacaksın! Başlarına kendi ördüğün çorapları
Hemen başkalarına yükleyip yaygara koparacaksın!
….
Ben ise içimi çekip kutsal kitabı gösteriyorum onlara;
Tanrı bize kötülük yapanlara iyilik yapmayı önerir diyorum.
Böylece apaçık alçaklığımı, kutsal kitaptan devşirdiklerim ile
Örtüyorum. Böylece şeytanı oynarken evliya görünüyorum.”(1)
Geçtiğimiz yüzyılda yaşayan Polonyalı yazar, bilim ve tiyatro insanı Jan Kott, günümüzde (1900’lü yılların ortasını kastederek) tiyatro seyircisinin, Şekspir oyunlarındaki acımasızlığı, iktidar mücadelesindeki birbirlerine karşı giriştikleri katliamları, daha önceki yüzyılların seyircilerine göre dehşete düşmeden ve olgunlukla karşıladıklarını anlatır. Bunun nedenini ise mesela III ncü Richard oyunundaki olayları, seyircinin doğal olarak yıllar içinde edindiği kendi deneyimleri ile yorumlamasına bağlar.(2)
Bu tür entrikalar, cinayetler iktidar mücadelesinin doğal, kaçınılmaz sonuçları olarak görülür. Yazarın bu yorumunun üzerinden 60 yıl sonra, bu olağan karşılama halinin, kanıksamanın daha da artmış olduğunu ve yaygınlaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Şekspir’in bu oyununda III. Richard, çıkar ve güç ilişkileri ile etrafına topladığı soyluları kendi amaçları için kullanır. İktidarı ele geçirmek için yoluna çıkanları yalanla, iftiralarla karalar, hapsedilmelerini, öldürülmelerini sağlar. Babasını kandırır, kardeşini, yeğenlerini öldürtür. Kardeşinin kızına göz koyar. Birlikte yola çıktıklarını, işlerini tamamladıktan sonra bir bir yok eder. Sağ kolu Buckingham Dükü bile bu akıbetten kurtulamaz.
Tiyatronun anlattıkları hayatın kendisidir. Şekspir’den izlediklerimiz zaman ve mekan kavramını aşan, her devrin çağdaşı, evrensel bir gerçekliğin hikayesidir. Zorbalığın iktidarı biçim değiştirse de her dönemde aynı yol ve yöntemlerle karşımıza çıkar.
Büyük insanlığın tarihi de bu zorbalığa boyun eğmeyenlerin hikayesini anlatır. Boğaziçi’nde de bugünlerde bu tarihe yeni bir sayfa yazılıyor.
Selam olsun direnenlere, aşağı bakmayacağız diyenlere.
DİPNOT:
(1) William Shakespeare, Kral III. Richard, Çev. Ali H.Neyzi, Mitos Boyut TiyatroYay. 2004 s.35-36
(2) Jan Kott, Çağdaşımız Shakespeare, Çev. Teoman Güney Mitos Boyut Yay. 2017 s.13
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019AKP Yönetiminde; Sosyal Devletten, Köleci Devlete
23 Eylül 2018Rejim son eşiği de döndü, diktaya Karşı yeni bir mücadele programı kaçınılmaz
4 Temmuz 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Umut içimizde saklı
2 Ocak 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Şimdi Karar Verme Zamanı!
15 Aralık 2016Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Gülay'ın ardından..
27 Kasım 2015Silahların susması yetmez, Türkiye ve Ortadoğu’nun başına bela bu iktidardan da kurtulmalıyız…
11 Ağustos 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015