“Özgürlük nedir” diye yoldan geçen herhangi bir kimseye sorsanız, muhtemelen şöyle söyleyecektir: “İstediğim zaman istediğim yere gidebilmek.” Kimilerince bu kadar kolay, bu kadar basit algılanır özgürlük. Oysa bu sözcük için insanlık çok mücadele vermiş, çok kan dökülmüştür.
ÖZGÜRLÜK (1)
Okulda defterime, sırama ağaçlara,
Yazarım adını. Hey Özgürlük!
Uyanmış patikaya, serilip giden yola,
Hınca hınç meydanlara. Hey Özgürlük!
Paul Eluard
“Özgürlük nedir” diye yoldan geçen herhangi bir kimseye sorsanız, muhtemelen şöyle söyleyecektir: “İstediğim zaman istediğim yere gidebilmek.” Kimilerince bu kadar kolay, bu kadar basit algılanır özgürlük. Oysa bu sözcük için insanlık çok mücadele vermiş, çok kan dökmüştür.
Gelin, hep beraber özgürlüğün yürüdüğü yolları, aştığı engelleri izleyelim.
İlkin Prometheus’un, ateşi çalıp insanlara vermesiyle başladı özgürlüğün yolculuğu. Özgürlük ateşinin tanrılardan çalınması, Baş tanrı Zeus’u kudurtmuştu. Zeus ki, Olimpusdağının tepesinde, altın tahtından oturmakta, emir üstüne emir yağdırmaktaydı. Tanrı Prometheus’a ağır bedeller ödetecekti! Ama Prometheus, onca işkenceye rağmen inadından ve direncinden vazgeçmeyecekti. O gün bugündür değerli okur, insanlık hep mücadele eder hürriyet için, bağımsızlık için.Tıpkı ateşi çalan Prometheus gibi öncüleri yaratarak.
Peki, bitmiş midir bu dava? Hayır! Adnan Yücelin dizeleri uyarır, bu büyük kavgada bizi.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Mitoloji çağının bitip akıl çağının başlamasıyla birlikte, birçok kavram gibi hürriyet de ciddi anlamda düşünülmeye başlar. Artık hürlük gökyüzünde tanrılar arasında değil, yeryüzünde aranır olmuştur. Milattan önce, 384-322 yıllarında yaşayan ünlü felsefeci Aristoteles, özgürlüğü, “Birilerinin gerçekten özgür olabilmesi için ötekilerin köle olması gerekir” şeklinde yorumlar. Tam da çağına uygun bir yorumdur bu. Çünkü o dönemde sadece köle sahipleri özgürdür. Buna karşılık özgürlüğün en önemli dayanaklarından biri olan demokrasinin doğuşu ilk defa eski Yunanlılarda olmuştur. İlk meclisin, ilk parlamentonun ilk milletvekilinin oluşması antik Yunanlılarda başlamıştır. Hal böyle olmasına karşın orta sınıf, kadınlar, köleler asla yönetimde söz sahibi olamazlardı.
Köleler hiçbir hakları olmadan, ağır eziyetler içinde ömür boyu çalışırlar. Melih Cevdet Anday’ın bir şiirinde dediği gibi;
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
İçin felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara.
Evet, köleler efendilerini konfor içinde yaşatırken, efendiler de bol bol felsefe yaparlar, dünyayı yorumlarlar, bilimsel çalışmalarla uğraşırlardı.
Tuzu kuru filozoflar oturdukları yerden felsefe yapadursunlar köle ayaklanması patlak verir. Tarihte Spartaküs köle ayaklanması denilen bu büyük isyan, özgürlük yolunun en büyük engellerinden birinin aşılmasını sağlayacaktır. Beş bin kölenin isyana katıldığı söylenir, bu görkemli tarihte. Aynı zamanda kölelerin azat edilme ve benzeri birçok hak elde ettikleri.
Ancak ve maalesef, köleliğin tamamının kalkması için daha yüzyıllarca zamana ihtiyaç olacaktır.
Tek tanrılı dinin doğması halk tarafından sevinçle karşılanır. Çünkü İncil, eşitlikten, özgürlükten, adaletten bahseder. Ezilen kesimlerden, İsa büyük taraftar toplar. Krallar işlerine gelmeyen bu inancı kabul etmeyip, taraftarlarını öldürtse de önüne geçemezler. Yaklaşık üç yüz yıl sonra Hristiyanlık inancı kabul görür ve egemenlerce sömürü aracı olarak kullanılmaya başlar. Din bundan böyle, özgürlüğü kısıtlamanın en önemli aracı olacaktır.
Tarihte Magna Carta olarak geçen (toplumsal/siyasal) sözleşme, özgürlük yolunun üstünden atlanan önemli bir mihenk taşıdır. Magna Carta’nın anlamı, “büyük ferman” demektir. 1215 yılında, İngiltere’de imzalanan bu sözleşmeyle, kralın yetkileri halkın lehine kısıtlanır. Özgürlük fermanı, insanlık için önemli bir adım olsa da, daha çok kat edilecek yol vardır.
Devam edeyim efendim.
Bin beş yüzlü yıllara gelindiğinde, kilisenin engizisyon mahkemesi ciddi anlamda can yakar olmuştur. Çok sürmez, Martin Luther çıkar sahneye. Kendisi de bir din adamı olan Luther, Latince yazılmış olan ve halkın anlamadığı İncil’in Almancaya çevrilmesini sağlar. Burada Martin Luther’e atfen rivayet edilen bir hikâyeyi anlatmak isterim:
Papazlar, cennetten yer verme vaadiyle para toplamaya başlamışlardı. Büyük bir yalanla, devasa para ve mal toplarlar, servetlerine servet eklerlerdi. Bir gün Martin Luther, papaların meclisine gider. Tahtlarına kurumlanarak oturmuş cübbeli din adamlarına sorar. “Biliyorum ki cenneti satmaktasınız, cehennemi de satıyor musunuz. Kaç para derseniz alacağım.” Para lafını duyan din tacirleri: “Evet satıyoruz ama cehennemi alıp ne yapacaksın” diye karşılık verirler. Luther “Size ne, benim cehennemi ne yapacağımdan! Siz bedeli söyleyin'' der. Ona şu kadar para derler. Martin Luther imzalı, mühürlü cehennemin tapusunu alır. Dışarı çıkar var gücüyle bağırır.
Ekmeğini alan, çocuklarının açlıktan ölmesine sebep olan, din simsarlarına karşı kadınlar, büyük bir karşı duruş gerçekleştirecektir. Bu yürekli kadınların isyanına karşılık Avrupa’da büyük bir cadı avı başlayacaktır.
İnsanlığın akıl ve bilim yolunda hızla ilerlediği çağlardır bu çağlar. Ki bugün de etkisini hisseder, yaşar Avrupa.
Biraz da doğuya bakalım mı?
Batıdaki dini sorgulamaların, doğu ülkelerinde oluşmadığını görüyoruz. Bu durumun nedenlerinden en önemlisi felsefenin gelişmemesidir. Yine de ileri görüşlü, bilim insanları çıkmış, hatta bu kimseler Batı toplumunda büyük yer edinmiştir.
İbn Sina ( 980-1037) özgürlüğü Allah’ın inayetine bağlarken, İbn Haldun (1332-1406) Özgürlüğü ekonomik durumla ve ahlakla ilişkilendirir. Ekonomik ve ahlaki verimlilik, özgürlükle doğru orantıda gider, der. Hürriyetin kısıtlı olduğu yerde, ahlaki sapkınlığın ve verimsizliğin artacağına işaret eder.
İbn Sina’nın hür olmayı, Allah inancına bağlaması yaşadığı dönem itibariyle normal görülebilir. İbn Haldun’un görüşleri ise bugün dahi geçerli bir görüştür diyebiliriz.
Batıya tekrar dönelim isterseniz.
Monteigne (1533-1592), Denemeler adlı kitabında diyor ki; “Özgürlüğe öyle düşkünüm ki, koca Hindistan’ın bir köşesini bana yasak etseler dünyanın tadı kaçar nerdeyse. Hiçbir yerde saklı eli kolu bağlı yaşamak istemem; orada pineklemektense alır başımı istediğim yere giderim. “ Serbest olmanın kuş gibi uçmak olarak algılanması son derece yüzeyseldir. Uçaklar bu işlevi yeterince görüyorlar zaten. Kuşlar uçmak eylemiyle, doğanın onlara biçtiği görevi üstlenmektedir. Bırakalım kuşlar uçsun, biz yine özgürlük kavramına dönelim.
Türk Dil Kurumu özgürlüğe iki anlam vermiş.”Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî:
Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet:”
Montesquieu’ye göre ; “Özgür insanın her istediğini yapabilmesi yasalar ölçüsünde mümkündür. Özgürlük bir şeyi yapma edimini içerebileceği gibi yapamayacağı edimini de içerir. Birçok bilim insanı gibi, Montesquieu’da özgürlüğün teminatını olarak, yasaları görmüş ve kuvvetler ayrılığını savunmuş. Yasama, yürütme, yargı ayrı olmalı derken yüz yıllar sonrasının yönetim biçimlerine dair öngörüde bulunmuştur.
Fransız düşünür Rousseau, özgürlük kavramının temeline iner: “Başlangıçta doğal özgürlük, ahlak, eşitlik vardı. Mülkiyetin ortaya çıkması uygar toplumları doğurdu ve özgürlüğün, ahlakın eşitliğin çöküntüsü başladı. Devlet baskısı bu çöküşün en yüksek noktasıdır.”
1789’da yayınlanan İnsan hakları bildirgesinin ilk maddesinde şunlar yazılıdır; “ İnsan özgür doğar, özgür yaşar.” Bütün dünya anayasalarına ilham veren bu düşünce, insanlığın gelmek istediği en önemli noktadır.
“Kişinin özgürlüğü, başkasının özgürlüğünün başladığı noktada biter” gibi bir özgürlük tanımı ne kadar bildik olsa da yeterli bir tanımlama değildir.
Özgürlük o kadar derin bir kavramdır ki, kanunların izin verdiği her şeyi yapabilmek de bu kavramı karşılamaz. Çağdaşlaşma ve modernleşmeyle birlikte, çok çeşitli özgürlük alanları açılmıştır. Bunlardan bazıları yaşam, sağlık, eğitim, ibadet, özel yaşamın gizliliği, bilişim ve ekonomik haklardır. Düşünce, inanç, haber alma, dernek, parti kurma ve basın özgürlükleridir.
Yaşadığımız coğrafyada, en çok basın emekçilerinin sansür yüzünden çok sıkıntı çektikleri, bazen bu sansür belasını canlarıyla ödediklerini görüyorum. Buradan onlara sonsuz saygılarımı iletiyorum.
Son tahlilde Orhan Hançerlioğlu’nun kitabında belirtilen özgürlük tanımı şöyledir; “ İnsanın yeteneklerini, eğilimlerini, beğenilerini serbestçe geliştirebilmesi olanaklarına sahip olması demektir. Buysa, ancak doğanın ve toplumun nesnel yasalarını insanların kendi yararlarına kullanabildikleri ve gelişmenin bütün ön koşullarını yaratabildikleri bir toplumda gerçekleşebilir.” Bu anlamda bağımsızlık, hak sahibi olmayı da kapsar. Hak sorumlusu ise devlettir.
Ey koca Orhan Hançerlioğlu! Güzel ülkemizin özgürlük yolunda nasıl geriye gittiğini görsen, ne derdin acaba?
Devam edecek…
KAYNAKLAR
1-Ohan Hançerlioğlu,Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi
2-Ömer Yıldırım, Felsefe Akımları Siyaset Felsefesi, 13.01.2019
Yazarın Dİğer Yazıları
Tanrıça Demeter ve Akbelen
6 Ağustos 2023Örgütlü Mücadelenin Gücü
23 Mart 2023Göçebe toplumlardan bugüne Göçler
4 Mart 2023Deprem!
19 Şubat 2023Serol Teber
25 Ocak 2023Mahsa Amini ve Mücadeleci tüm kadınlara
9 Ekim 2022Spartaküs ve Zenci İSyanı
27 Mayıs 2022Rıza Şehri
29 Nisan 2022Baharın Mitosları
28 Mart 2022cam tavan etkisi
3 Mart 2022Mitoloji öğretiyor
23 Şubat 2022Yunus Emre
31 Ekim 2021Halide Edip Adıvar
8 Ağustos 2021Özgürlük (2)
17 Temmuz 2021Yalnızlık ve halleri
16 Haziran 2021Zabel Yeseyan
3 Haziran 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kadın Dergileri
16 Mayıs 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadın Dernekleri
27 Nisan 2021Bacıyan-ı Rum: Anadolu Kadınlar Birliği
11 Nisan 2021