Her sistem kendi insanını yaratır. Tüm kurumların örtük faaliyetleriyle, bireyin toplumsal mekanizmaya uygun davranış göstermesi sağlanır. Televizyon, basın, eğitim kurumları, kişinin başka bir dünya mümkündür şeklinde düşünmesini istemez. Hem üst bilince, hem de bilinçaltına pompalanan tüketim reklamlarıyla, aptal beyinler oluşturulur.
Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!”
Nazım Hikmet
Özgür olmadığı halde kendisini özgür hisseden insandan daha acınası bir durum yoktur. Bu kimseler, kendilerine olduğu kadar çevrelerine de çok zarar verirler. Hiçbir mücadelede yer almazlar ve seçimlerde haklarını yiyen partilere oy verirler. Özgürleşme yolunun ayağa takılan taşlarıdır bunlar.
Kapalı toplumlar, geleneklerine bağlı ve bireysel özgürlüklerinin sınırlandığı toplumlardır. Türk toplumu örf ve adetlerine bağlı bir millettir. Gerçi bu özellik büyük kentlerde kısmen de olsa değişmeye başlamıştır ama genel yapı devam etmektedir. Birebir ilişkilerde, ailevi konularda,“El ne der”, “Dosta düşmana karşı”, “Elin günün içinde” endişesiyle bağımlılık hissiyatı içindedirler. Adeta başkalarına göre yaşarlar. Evlenmeyen bir kız ya da erkek mahalle baskısından kurtulamaz. Evlense ve çocuk olmasa, niye çocuk yapmadığı sorulur. Çocuk yapsa, bir tane daha yap derler. Kişilerin tercihi el âlemin derdi olur. Kızların kısa etek giymesine, erkeklerin küpe takıp saçına uzatılmasına iyi bakılmaz. Kız çocuklarına yapılan ayrım, erkek çocuklarına yüklenen sorumluluk.. Töreydi, adetti, gelenekti derken zehir olur kişilerin hayatı. Çocuk gelinleri saymıyorum burada. Yazı uzar gider tutamam ucunu sonra.
Ötekileştirme, hoş görme ve anlama yetisinin önündeki en büyük engellerden biridir. Örneğin; Atatürk’ü nesnel değerlendiremezsiniz, Kürt halkına haksızlık yapıldığını söyleyemezsiniz, dini eleştiremezsiniz gibi gibi. Son derece sınırlı tartışma ortamında, düşüncelerinizi gizlemekten başka yol yoktur ve tutsaklığınız canınızı sıkar, içinizi acıtır.
Feodal zamandan bu yana, özgürlükler son derece kısıtlı iken, fersah fersah kat edilen yollar ile hürriyetler kurumsallaşmış, gelişmiş, yasal bir statüye kavuşmuştur. (Desem de inanmayın!) Bu dediklerim en azından batı ülkeleri için geçerlidir. Ülkemizde de batı kadar olamasa da hürriyetler üzerine, önceki zamanlara oranla büyük gelişmişlik söz konusudur. Özellikle kadın hakları, sosyal güvenlik, emeklilik gibi birçok kazanılmış hak mevcuttur. Peki bitmiş midir hürriyet yolculuğu, menzile ulaşılmış mıdır ? Hayır! İnsan hak ve hukuku anlamında büyük bir geri sayım vardır.
Her sistem kendi insanını yaratır. Tüm kurumların örtük faaliyetleriyle, bireyin toplumsal mekanizmaya uygun davranış göstermesi sağlanır. Televizyon, basın, eğitim kurumları, kişinin başka bir dünya mümkündür şeklinde düşünmesini istemez. Hem üst bilince, hem de bilinçaltına pompalanan tüketim reklamlarıyla, aptal beyinler oluşturulur.
Örneğin günde on saatini iş hayatına ayıran ve sadece pazar günleri evde olan bir kadına “Özgür müsün?” diye sorduğumuzda, “Evet özgürüm, istediğim yere gidebiliyorum, param var istediğim kıyafeti alıyorum” diyecektir. Oysa günün en değerli on saatini çalışmak için harcamıştır. Evet, bir kazak alacak parası vardır. Fakat kazak almaya zamanı var mıdır? Ya da onun giyip sükse yapmaya imkânı! Peki, o kazağı almak için nelerden vazgeçmiştir? Sanat, edebiyat hayatının neresindedir örneğin! Özgürdür işte! Tutsaklığın en kötü yanı, kişinin tutsak olduğunu bilmemesi ve içselleştirmesidir. Hani bir adamı otuz yıl hapishaneye tıkmışlar da, çıkınca sudan çıkmış balığa dönmüş, tekrar içeri girmek istemiş ya. Onun gibi. Yıllar evvel, Muhteşem Yüzyıl filminde izlemiştim. Padişah cariyesini azletmek istemiş. Cariye azli kabul etmemiş ve Harem’de kalmak istemişti.
Buna duruma göre diyebilirim ki; en büyük hapishane insanın beynindeki hapishanedir.
Size biraz da Alman yazar Erich Fromm’un “ Özgürlükten Kaçış” kitabından söz etmek istiyorum.
Erich Fromm, adı geçen kitapta, Kapitalizm’in insanı yalnız bıraktığını ve mülkiyet edinmeye mecbur bıraktığını söyler. Mülkiyet edinme zorunluluğu, bir süre sonra isteğe ve varoluşsallığının vazgeçilmez unsuruna dönüşür. Devam eder; “ Ekonomik dizgenin gelişmesine katkıda bulunmak, sermaye biriktirmek, insanın kendi mutluluğu ya da kurtuluşu için değil, kendi başına bir amaç olarak insanın yazgısı haline gelir. İnsanoğlu sonsuz ekonomi çarkında bir dişli haline gelmiştir. Sermayesi varsa önemli, yoksa dönen bir dişlidir o. Ama ne olursa olsun kendi dışında bir amaca hizmet eden bir dişli.”
Oldukça yerinde gerçekçi saptamadır Fromm’un tespitleri. Özgürlükten kaçışı ise şöyle değerlendirir: Kapitalist düzende var olmak için, kişi emeğini sonuna kadar satar, davranışlarında ikiyüzlü olur. Örnek; Bir doktor hastasına hep iyi, neşeli gözükmek zorundadır. Bir bankacı müşterisine şirin ve sabırlı olmalıdır. Söylemeden edemeyeceğim. Bu sözler bana bir reklamı anımsattı. Reklamda ne kadar mutlu gözükse de “Çocuk da yaparım, kariyer de “ diyen bir kadının, anne olmanın zorlu mücadelesi, sahne gerisinde yaşadığı acılar az değildir. Ben de aynı dönemi geçirdiğim için biliyorum, resmen bir travma idi.
Kafka’nın “Dönüşüm “ hikâyesinde ekonomi çarkının dişlisinde yer almak istemeyen Samsa böcek haline dönüşünü sömürü gerçeğinin metaforlu bir anlatımıdır.
Britanyalı filozof Bertrand Russell, “Aylaklığa Övgü “ denemesinde insanca yaşama konusunu irdeler. Çalışma sürelerinin kısaltılmasının önemine vurgu yapar. Russell’e göre” bir kimsenin sekiz saat çalışmasını savunmaya gerek yoktur, bu köle ahlakıdır. ‘Kölece ahlaka yaşadığımız yüzyılın ihtiyacı yoktur’, diyerek dört saat çalışmayı önerir. Böylece işçi geri kalan, dört saatlik zamanını kültürel faaliyete ayıracaktır. Mesai saatlerinin dört saate inmesi sonucunda, bir yerine iki kişi çalışacak, işsizlik sorunu çözülecektir”. Russel’ın bu görüşleri henüz uygulama alanı bulamamıştır. Uygulama alanı bulması beklenemez zaten. Sömürü düzeni, bırakın dört saat mesaiyi, robotlaşmış hayatlarda, coşkuların, sevinçlerin çoğalmasına izin vermez. O çorak toprakların bekçisidir.
MARKSİZME GÖRE ÖZGÜRLÜK
Özgürlüğün geldiği gün. O gün ölmek yasak
Cemal Süreya
“Soyut özgürlük sözcüğünün sizi aldatmasına izin vermeyin. Kimin özgürlüğü? Bu, bir kişinin bir başka kişi karşısındaki özgürlüğü değil, sermayenin işçiyi ezme özgürlüğüdür.” Bu sözlerin sahibi büyük felsefeci ve teorisyen Karl Marks’tır. Özgürlüğü emek-sermaye ilişkisi üzerinden değerlendirerek sınıfsal açıdan bakar.
Marksist görüşte burjuva kültürüne göre tamamen ters bir özgürlük fikri vardır. Söz gelimi liberal görüşte bireyin özgürlüğü ön plana çıkartılırken, sosyalist görüşte kolektif özgürlük amaçlanır; “Herkes özgür olmadan kimse özgür olamaz.” Bir diğer ezber bozan görüş ise,
“ Özgürlük zorunluluğun bilincine varılması” düşüncesidir. İlk olarak Hegel tarafından keşfedilen bu düşünceyi, Engels geliştirmiştir. Burada zorunluluktan kastedilen husus; doğa yasasının farkında olarak ve saygı duyularak hareket edilmesidir. Özel mülkiyet düzeninin özgürlüğü engellediği kabul edilir. Özgürlük, bireyin temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra gerçekleştirdiği bir etkinliktir. Kapitalizm emek ve doğa sömürüsünü temel alan yapısıyla asla gerçek özgürlüğü sağlayamaz. Kalıcı ve kapsayıcı özgürlüğü sağlayacak olan proletaryadır. Kadının özgürleşmesi onun mutfak ve ev işlerinden kurtulmasıyla mümkündür.
Tüm bu yazılanlar 1917 Ekim devrimiyle kısmen de olsa başarılmıştı. *Kadınlar, ekonomik özgürlüğe ve eğitime kavuşmalarıyla birlikte, eril sistemin baskısından büyük ölçüde kurtulmuştu.** Sokaklara düşen çocuklar, barınacak yer bulmuş, eğitimev e sıcak yemeğe kavuşmuştu. Boş ve anlamsız bilgi çöplüğü yerine işe yarar bilgilerle Sovyet öğrencileri donatılmıştı. Koskoca bir ülke on yılda devasa bir gelişme göstermişti. Mütevazı ama müthiş içerikli sanat eserleri ve bilim, insanlık âleminde çok büyük bir hamle olmuştu. Şuna hiç şüphem yok ki, gelecek daha da büyük atılımlara gebedir!
Cesur Yürek filmini bilirsiniz sanırım. İngiliz işgaline karşılık İskoç halkının özgürlük savaşını anlatır. Filmin kahramanı Mel Gibson (William Wallece) savaşta tutsak edilir. İbret olsun diye halkın önünde kendisine işkence edilir. Önder savaşçı vücudu parçalanırken “Özgürlük “ diye haykırır. Hallacı Mansur’da,“Enel hak” dediği için derisi canlı canlı yüzülecektir. Denizler halkın özgürlüğü için idama gitmişlerdi. Özgürlük bu, şakaya gelmez, uğrunda nice şirin canlar feda eder kendini.
İranlı kadın şair Ferruhzad’ın beğendiğim bir dizesi vardı; “Kuşlar ölür sen uçuşu hatırla.” Hallacı Mansur, William Wallece, Deniz Gezmiş ve daha niceleri, ölümlerinden ziyade kahramanlıklarıyla anılırlar. Kuşlar ölmüş, bize miras uçuşlar kalmıştır.
Özgürce yaşam dileklerimle…
--------------------------------------------------------------------
Sovyetlerdeki büyük değişimi anlatan iki güzel romanı tavsiye ederim.
*Karakalpak Kızı, Tulepbergen Kaipbergenov, Çeviren: Kayhan Yükseler, Evrensel Basım Yayın
** Kulelerde Bayraklar, Anton Makarenko, Çeviren: Nihal Şen, Evrensel Basım Yayın.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
ErichFromm, Özgürlükten Kaçış, Çeviri: Şemsa Yeğin, Say yayınları.
Ferda Keskin, Marks’ın Özgürlük Anlayışı , Sosyalist İşçi, 12 Ocak 2012.
Yazarın Dİğer Yazıları
Tanrıça Demeter ve Akbelen
6 Ağustos 2023Örgütlü Mücadelenin Gücü
23 Mart 2023Göçebe toplumlardan bugüne Göçler
4 Mart 2023Deprem!
19 Şubat 2023Serol Teber
25 Ocak 2023Mahsa Amini ve Mücadeleci tüm kadınlara
9 Ekim 2022Spartaküs ve Zenci İSyanı
27 Mayıs 2022Rıza Şehri
29 Nisan 2022Baharın Mitosları
28 Mart 2022cam tavan etkisi
3 Mart 2022Mitoloji öğretiyor
23 Şubat 2022Yunus Emre
31 Ekim 2021Halide Edip Adıvar
8 Ağustos 2021Özgürlük -1
29 Haziran 2021Yalnızlık ve halleri
16 Haziran 2021Zabel Yeseyan
3 Haziran 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kadın Dergileri
16 Mayıs 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadın Dernekleri
27 Nisan 2021Bacıyan-ı Rum: Anadolu Kadınlar Birliği
11 Nisan 2021