Sanatın dikenli yolları

Sevgican Dalga

19 Şubat 2022
Sanatın dikenli yolları

''Ne istiyorlar bizden, sanatçıdan, kıskaca almaya çalıştıkları bu insanlardan? Diye sormuyorum çünkü ne istediklerini hepimiz biliyoruz, çok açık; sanat aydınlatır karanlıkta kalanları çünkü. Sanatla hem ruhumuz hem beynimiz aydınlanır. Sanat bilinmezi bildirmeye, görünmezi göstermeye çalışır.'' 

İnsanlık var olduğu günden beri “sanat” da hep var oldu. En ilkel çağlardan, günümüz en modern çağına değin evrilerek geldi, büyük değişim, gelişim ve çeşitlilik gösterdi. Resimden müziğe, edebiyattan tiyatroya, mimariden sinemaya kadar pek çok alanda var oldu ve insanlık var olduğu müddetçe de olacaktı.

İnsan denen varlık hep kendini ve dünyayı keşfetmeye, anlamaya ve anlatmaya çalışmıştı. Taklit ile başladığı bu uzun yolda, büyük çabalar sarf ederek deneme yanılmalarla; önce kendi sesini keşfetmiş sonra renkleri tanımış, yazıyı icat etmişti.

Önceleri bedenini kullanmıştı bir çalgı gibi. Sesiyle, hareketleriyle, çevresi ile iletişim kurmuştu belki ateşi bile icat etmeden evvel. Kendisini, duygu ve düşüncelerini anlatmanın bir yolu olan ve adına daha sonra “sanat” denilecek bu yolu çok daha önceden öğrenmişti belki de “avlanmayı” dahi öğrenmeden.

Bu öyle gidilmesi zor bir yoldu ki; tutkulu, heyecanlı, tehlikeli. Bu yolda yürümek cesaret ister, fedakarlık ister, sabır ister, özgüven isterdi. Kendini bu yola bağımlı eder ama yüreği bağımsızlaştırırdı. Hiçbir zincir, hiçbir kilit bağlayamazdı bu düşünceyi ve hissedilen duyguyu. Hiçbir duygu hapsolamazdı duvarlar içine ta ki o kalp o yolda attığı sürece.

Ne zaman taş konuldu bu yola? Ne zaman dikenli tellerle çevrildi biliyor musunuz? Bence, topraklar pay edilip sınırlar çizilince. Birileri birilerinin efendisi olup kendi kurallarına biat isteyince.

Az olsa da aşı, eski olsa da üstü başı tutacak bir dal buluyordu kendine insan sanatla. Gönlünü hoş edecek bir yol buluyordu; bazen duygusuna eş bir ezgi mırıldanıyor ya da bir seyirlik oyun izliyor atıyordu kahkahayı. İyi geliyordu ruhlarına insan evladının bu yaptıkları. Bu kadarla kalsa iyiydi efendiler için, umurlarında değildi onların duyguları ve küçük dünyaları. Yeter ki kendilerine dokunmasındı ucu, Daha ileri gitmesinlerdi yeter ki. Ya düşünüp sorgulamaya başlarlarsa ne olurdu? Görünmezi görüp, söylenmezi söylerlerse. Hele bir de bir araya gelip de güçlerini fark ederlerse. Maazallah, bu dönme dolabı tersine çeviriverirlerdi sonra.

Tarih boyunca efendilerin en sevdikleri sanatçılar, kendilerine methiye düzenlerdi. Onların düzenlerini övenlerdi pek tabii. “Padişahım çok yaşa!, Kralım sen çok yaşa! Sen yaşa ki biz yaşayalım, kese kese altınları cukkalayalım. Biz karaya ak, zehire bal demeye devam ederiz. Yazarız, çizeriz, çalarız, oynarız. Belki bir müddet daha oyalarız bunları. Güneş balçıkla sıvanmaz deseler de, biz sıvarız gözlerini halkın elden geldiğince, "en azından siz yüce tahtınızda kalana kadar” diyen sanatı sadece maddi kazanç ve çıkar kapısı gören sözüm ona sanatçılar da yok değildi tarih sahnesinde. “Ne gerek var canım uyuyanları uyandırmaya. Ben payımı alır şöyle bir kenara çekilirim. Dertsiz başım fazlasıyla aşım” diyenler.

Bir zamanlar dünyanın bir yerlerinde, saraylar ve içindekiler için ünleri dünyayı sarmış sözüm ona sanatçılarca besteler yapılmış karşılığında çil çil altınlar saçılmış ve kanatlar altına alınmıştı. Yine bir zamanlar bir yerlerde belki yaşarken değil ama öldüklerinde, isimleri yüzyıllarca dilden dile dolaşan halkın sanatçıları için de “tez zamanda boynu vurula” diye haklarında fermanlar çıkmıştı.

Bir varmış bir yokmuş gibi masalı andırsa da bunlar, boynu vurulan, derisi yüzülen, sürgün edilen ozanlar, sanatçılar, aydınlar yaşamıştı bu topraklarda. Maalesef, ser sefil hayat yaşayıp öldüğünden bile kimsenin haberi olmayanlar da cabası.

Ismarlama sanat yapmayan bağımsız ruhlu sanatçıların tarih boyunca hep başları ağrıdı, hele keskinse dilleri, bedellerini ağır ödemişlerdi. Onlar, yüzyıllar boyunca halkın görmeyen gözü, duymayan kulağı, söyleyemeyen dili, kalbi olmuştu. Onlarca kitabın yüzlerce sayfanın anlatamadığını iki satıra sığdırmışlardı da şu yaşlı dünyaya bir kendilerini sığdıramamışlardı.  

Günümüze gelindiğinde ise; Orta Çağın baskıcı başrol efendileri farklı kostümlerle aynı rollerle çıkmışlardı yine günümüz sahnesine. Her sözden kendilerine pay çıkarıyor, her cümleden sonsuz biat bekliyorlardı. Her ağızlarını açtıklarında halka kendi isteklerini dayatıyor, istedikleri insan modeli olmasına zorluyorlardı. Farklılıklara, rahatlığa, özgürlüğe, sorulara, sorgulara, düşünmeye, düşlemeye hiç tahammülleri yoktu. Öyle “giyemezsin”, öyle “diyemezsin”, öyle “yapamazsın”, öyle “edemezsin” öyle, öyle, öyle…  Hep “böyle” yapacaksın, benim istediğim gibi, benim istediklerimi yap mutlu ol, dışında mutsuzluk var, sakın ha bu çizdiğim çizginin dışına çıkma! deniyordu. “Bak yanarsın sonra. Demedi deme, dilini keserim, başını ezerim, canını yakarım. Hem de en sevip, örnek aldıklarına yaparım bunu ki hepinize ibret olsun. Kimse cesaret edemesin bu çizgiden çıkmaya.

Biriniz gider biriniz gelir, öyle mi? Hadi canım, yuvalarınıza çomak sokarım ki geriden kimse gelemesin. Hem ekmeğimi yiyip, suyumu içeceksiniz hem de nankörlük edeceksiniz, öyle mi? Ne haddine kimsenin biz efendiler hakkında ileri geri laf etmek” anlayışında olduklarını görmek çok da zor olmasa gerekti.

Her geçen gün, efendilerimiz tarafından sanat ve sanatçıya bu anlayışla yapılanların, söylenenlerin yenileri eklenir oldu duyduklarımıza. Bir şarkıcının dili kesildi havada savrulan tehditle, yeterince kana kesmemiş gibi dünya. Bir diğeri linç edilir oldu kıyafet tercihinden. Toplum normlarına uymadığı, edep ve hayadan yoksunluğundan dem vuruldu taraftarlarınca. Oysa ne çok ahlaksızlık, çirkinlik, pislik vardır etraflarında sessiz kaldıkları. Ve görmezden gelinip normalleştirilen.

Ne istiyorlar bizden, sanatçıdan, kıskaca almaya çalıştıkları bu insanlardan? Diye sormuyorum çünkü ne istediklerini hepimiz biliyoruz, çok açık; sanat aydınlatır karanlıkta kalanları çünkü. Sanatla hem ruhumuz hem beynimiz aydınlanır. Sanat bilinmezi bildirmeye, görünmezi göstermeye çalışır. Hayatın da insanın da geçmişten geleceğe yolculuğunda yoldaşlık eder, yaşamımızı anlamaya, anlamlandırmamıza aracı olur. Gülmemiz, ağlamamız, düşünmemiz, kahkahamız, dansımız sanatla vücut bulur. Biraz daha insan oluruz sanatla, biraz daha ışıldar alnımızda çizgilerimiz. Daha bir güzel bakarız hayata, daha bir başka gülümseriz etrafa. Daha sıkı tutarız bir çocuk elini, daha sıkı sarılırız eşe dosta. Daha çok mutlu oluruz başkalarının da mutluluğuyla.

Sanata ve sanatçıya olan öfke ve örülen duvarların bir sebebi de sanatçıların; bakanların ya da banknotların önünde değil de sadece ama sadece seyircisinin önünde eğildiği için miydi? Diye sormaktan da geri alamıyorum kendimi.

Tarih boyunca insanlığın, efendilerin önünde eğilmeyen “dik duruşlu” sanatçıların önünde hep saygıyla eğildiğini, eğileceğini bilmiyorlar mıydı? Geçmişte olduğu gibi bugün de alkışlarının minnet, tebessümlerinin sevgi emaresi olduğunu. Her birinin adları anılırken, gözlerin parlayarak, çoğu zaman ıslanarak, “iyi ki vardınız denildiğini ve denileceğini” de.

Ya sanatın önünde durup duvar örenleri nasıl anacaktı bu insanlık? Bence adları dahi hatırlanmayacaktı. İnsanlık bu tarihte bu zalimden böyle bir zulüm gördü diye yazacaktı, tarihin tozlu yapraklarında. O kadar…

 

 

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Bir Nefes İçin...
    Bir Nefes İçin...
    2 Ağustos 2023
    “Ne yaparsanız yapın gaz sıkın, dövün tartaklayın, isterseniz öldürün biz zaten öldük. Siz de  öleceksiniz, aslında hepimiz ölcez” diyordu günlerdir ormanını kurtarmaya çalışan, ağaçlarını teslim etmeyen Akbelen’in mücadeleci kadınlarından biri.…
  2. Sesimi Duyan Var mı?
    Sesimi Duyan Var mı?
    12 Şubat 2023
    ''Göçük altından bir kitap buluyor enkaz çalışmalarında görevli gençlerden biri. “Umut varsa gelecek vardır” yazıyor ilk sayfada yazarın el yazısı ile. Ve “bu sözleri okuduktan sonra daha bir umutla kazmaya,…
  3. Bu Ateş Sizi de Yakar!
    Bu Ateş Sizi de Yakar!
    7 Ağustos 2021
    ''Yeni acılarımız eski acılarımızı unutturuyor. Her gün yeni bir kötülüğe, yeni bir çirkinliğe, yeni bir şiddete, yeni bir cinayete, yeni bir katliama, yeni bir yangına uyanıyoruz. Acının rengi değişiyor ama…
  4. Tarih 17 Haziran 2021
    Tarih 17 Haziran 2021
    20 Haziran 2021
    Bu ülkede insanlar tercihleri hatta tercih etmediklerinden bile ne çok suçluymuş. Tercih yapamadığımız cinsiyetimizden, tercih yapamadığımız etnik kökenimizden, tercih yapamadığımız ya da yapmadığımız inançlarımızdan suçluyuz, suçlusun… Tarih 17 Haziran 2021 Yine …
  5. Sınırsız Bir İmparatorluğun 'Sınırlı' Kadınları
    Devlet-i Aliye’nin bile ferman konusu oldu kadınların çarşafları. Başa geçen her padişah kadınların ne giyeceğine, nasıl giyeceğine, ne zaman, nereye gideceğine, nasıl gezeceğine, kimlerle nerelere girip giremeyeceğine ve daha pek…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…