"Lanet olsun. Sen sevgilinle metroda öpüşürsen, çocuk parkında öpüşürsen, kafeteryada öpüşürsen ben devreye girerim. Öyle bir hakkım var. Öpüşemezsin kardeşim. Hiç kimse halka umum olan yerde sevgilisiyle öpüşemez. Kural vardır, ahlak vardır.” Nam-ı değer fıs fıs İsmail adlı karaktere can veren bir zamanların popüler dizisi Çocuklar Duymasın’la adını duyurmuş olan Süleyman Yağcı’ya ait bu sözler.
Çok konuşuldu, herkes bir yorum yaptı. Geçtiğimiz günlerde Marmaray’da bir adam, genç bir çifte (ki, maskeli oldukları halde) “ahlaksızlık yapmayın, burada öpüşemezsiniz.” diye saldırdı. Gene çok yakın bir zaman önce Üsküdar’da genç bir çifte bir kafenin çalışanları, bu kafede hareketlerinize dikkat edeceksiniz diye uyarıda bulundu. Bir yıl önce Üsküdar’da, Eminönü Kafe’nin önünden saat 00.50 sularında geçen genç bir çifte kafe sahibi ve çalışanları “Burada camiler var, siz burada böyle sarılamazsınız, ahlaksızlık yaptınız, siz Müslüman değil misiniz?” diyerek saldırmışlardı. Bu örnekleri çoğaltmak çok kolay, çünkü çok fazlalar.
Yirmi beş yaşlarındayken ilk yurt dışı seyahatimi Londra’ya gerçekleştirmiştim. Hiç unutmam, metro’dan inmişim yürüyen merdivenle yukarı çıkıyorum. Hemen sol tarafta da aşağı inmekte olan bir yürüyen merdiven ve üzerinde bir çift, dünya umurlarında değil nasıl güzel öpüşüyorlar. Ve orada o çifte bakan bir tek kişi vardı o da bendim. Birden toparladım kendimi tabi ve dönüp gittim yoluma. Hiç alışık olmadığın bir manzara, filmlerden görmüşsün ama canlı kanlı karşında olunca şaşırıyorsun tabi. Sonrasında öpüşen bir çifte neden bakılırı düşündüm hep ve bu kadar güzel bir sevgi eyleminin kendi ülkemde insanlar tarafından neden bu kadar büyütülüp tu kaka ilan edildiğini, öpüşen çiftlerin neden bir çırpıda ahlaksız ilan edildiklerini. Bunun çok çeşitli nedenleri olabilir ama altında yatan en büyük nedenin kültürel kodlar olduğunu düşünüyorum. Mahallelerinden geçen yabancı erkekler mahallenin kızlarına bakınca ona kafa göz dalan ve bunu mahallemizin namusunu koruyorduk diye böbürlenerek anlatanların çocukları ve torunları aracılığıyla öğrenilmiş davranış kalıplarının yani kalıp yargıların iletimi devam ediyor. Olumsuz kalıp yargılar ön yargıları oluşturuyor. Ön yargılarsa kişi ya da gruplarla aramıza duvarlar örerek davranışlarımıza yansımasını ayrımcılık temelli olarak gösteriyor. Gerek fıkraları, gerek şarkıları, gerekse küfürleriyle cinselliği hayatının her anında canlı kılan bir toplum olmamıza rağmen cinselliği bu denli tabu kılan bir toplum olmamız da içinde önemli bir karşıtlık barındırıyor. İnsanlar bedenlerini ve karşı cinsin bedenini tanımadan cinselliği de mekanik bir biçimde yaşıyorlar. Birbirine sevgiyle dokunan çiftler görünce de kendi sevgisiz dünyalarının farkına varıp bir nevi kendi gerçekliğini fark etmemek için namus yeleğini giyinip mahallenin kabadayısı olmaya yelteniyorlar. Aslında olay birilerinin güzel güzel öpüşmesinden ziyade, diğerlerinin bu düzen içinde ne denli kıstırılmış, ve ne denli tutsak olduklarını fark etmesi.
Bir diğer etmen, Bando Vagonu (Sürü) etkisi. Bunu en güzel asansör deneyi ile açıklayabiliriz. Bir kişi asansöre biner ve doğal olarak yönünü kapıya çevirir ama sonra bir grup insan daha biner asansöre fakat onlar arkalarını dönerler kapıya. Yüzü kapıya dönük kişi anlamlandıramaz olayı ama sonra birden o da diğerleri gibi kapıya arkasını döner. Kopyala yapıştır davranışlar ve düşünce kalıpları; düşünmeyen, sorgulamayan, okumayan ve araştırmayan kitleler için bir can simidi olur.
Nazi Dönemi’nde Nihai Çözüm’de aktif rol alan ve savaş sonrası Arjantin’e kaçan buradan da İsrail ajanlarınca Kudüs’e kaçırılıp yargılanan eski Nazi subayı Yarbay Adolf Eichmann’ın yargılandığı sürece, The New Yorker dergisi adına, muhabir gözlemci sıfatıyla katılan Hannah Arendt; gözlem ve yorumlarını “Kötülüğün Sıradanlığı” adlı raporunda belirtir. Eichman’ın gerçeklikle bir bağ kuramamasının dolayısıyla, geleneksel ya da basmakalıp yargılarla sarmalanarak gerçeklikten izole olmasının başlıca sebebi olduğunu belirtir. Arendt’e göre, bu “…düşünmeme hali –gaflet içindeki bir umursamazlık ya da dumura uğramış bir zihin ya da koflaşmış ‘doğruları tasasızca terennüm eden bu hal- zamanımızın en bariz özellikleri arasındadır.
İçinde yaşayıp büyüdüğünüz ev bakış açınızı önemli oranda etkiliyor, sonrasında üzerine bir şey konulmadığı takdirde ömür boyu bu düşünceler hiç gelişmeden aynı şekilde kalıyor. Daha çok yakın zamana kadar el ele tutuşmak da bir tabuydu mesela. Kadınlar eşlerinin kollarına girerlerdi. Çekirdek ailenin makbul karşılanan görsel formuydu bu, ama zaman içinde artık genci yaşlısı partnerleriyle el ele tutuşur hale geldi. Değişim ve dönüşüm çok hızlı gerçekleşen olgular değil maalesef, bunun için tek ihtiyacımız olansa düşünmek ama bu yetimizin gelişmesi için ihtiyacımız olan da totaliter rejimlerin insanı tek tipleştiren yargılarına direnebilmek için okumak, araştırmak ve farklı bakış açılarını sorgulayarak kendi fikirlerimize sahip olabilmek.
Oscar ödül töreni çok konuşuldu. Sunucu Chris Rock’ın yaptığı sözde şakayla Will Smith’in eşi Jada Pinkett Smith'in saçı olmadığına dikkat çekmiş ve "Jane'in Zaferi'nin yeni filmi ne zaman geliyor?" diye alaycı bir biçimde sormuştu. 1997 tarihli 'Jane'in zaferi' filminde Demi Moore, saçları 3 numara olan, özel eğitim alan bir askeri canlandırıyordu. Bunun üzerine Will Smith kalktı ve Chris Rock’a okkalı bir tokat attı. Sonrada sakince yerine dönerek “eşimin adını o lanet ağzına alma” diye bağırdı. İşte tüm fırtına da bundan sonra koptu. “Eline sağlık, tabi ki karısını koruyacak” diyen kadın ve erkekler ve” kadının adı yok mu” diyerek olayı Patriyarka’ya bağlayan diğer kadın ve erkekler. Hatta bununla da kalmayıp bir de “zaten açık ilişki yaşıyorlarmış, şimdi mi karısı aklına geldi” diyenler.
Aslında Oskar Tören’inde Will Smith’in sergilediği davranış ne taraftan bakılırsa elimizde kalır. Bir kere ortada bir şiddet olayı var mı? Var ve dolayısıyla şiddeti olumlayan bir kesim. Öte taraftan “kadının adı yok durumu var mı? Ziyadesiyle var. Sözlü anlatılardan, hikâyeler masallara hep edilgen kadınlar ve onların hakkını arayan kahraman sevgili durumları. Peki ya, Chris Rock’a ne demeli? Bir kadının saçlarıyla ilişkisi üzerine sayfalarca yazı yazılır ve saçlarının kadınlar için ne kadar önemli olduğunu herkes bilirken, hınca hınç dolu bir salonda neden bir kadının saçları şaka malzemesi yapılır? Neden erkekler herhangi bir durumu açıklarken illa konuyu kadın cinsi üzerinden betimlerler? Will Smith, Rock esprisini yaptıktan sonraki ilk anda neden kahkaha atıp, eşinin yüz ifadesinden bozulduğunu anlayınca sözde erkeklik yapıp gidip tokat atarak karısını savunma yöntemini seçmiştir?
Patriyarka yani ataerkillik, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu bir tahakkümse elbette ki yukarıdaki davranışın Patriyarkayla bir ilişkisi vardır. Bu davranışın, özellikle sahnede gerçekleşen şiddet gösterisinin “Sen sevgilinle metroda öpüşürsen, çocuk parkında öpüşürsen, kafeteryada öpüşürsen ben devreye girerim. Öyle bir hakkım var.” Diyen fıs fıs İsmail’in söyleminden de hiçbir farkı yoktur. Kalıp yargı paketlerini kopyalayıp yapıştırmış toksik erk zihniyetin farklı anakaralardaki aynı yansımalarıdır sonuçta.
Oskar Tören’indeki bu hadisenin üzerin ‘Hands of Doom’ adıyla el yapımı oyuncaklar tasarlayan Zach Polland, eBay üzerinden açık artırmayla satışa çıkardığı figürlerin adını ‘Everybody hates Chris‘ (Herkes Chris’ten nefret ediyor) koydu ve açık artırmada fiyat 400 doların (5 bin 900 lira) üstüne çıktı.
Maalesef ki, bu yargılar sosyolojik boyutta incelenip bir şeylerin düzeltilmesine yardımcı olmak yerine kapitalizm kültürünü besleyerek, insanların yerini nesneleştirmesine ve imajlara bırakmasına sebep oluyor
Bu olay bir şekilde unutulacak, bir gün başka bir yerde başka bir adam herhangi bir konuyu başka bir kadının bedeni ya da fikri üzerinden alaya alacak sonra başka bir adam çıkıp başka bir kadının hakkını koruyacak ve sonra bir dolu başka insan yorumlar yapacak. Fatmagül Berktay’ın deyişiyle tarih kopuşlarla sürekliliğin birlikteliği, Ataerkillikse önemli bir süreklilik teması.
Burada Fıs Fıs İsmail, diğer tarafta Will Smith ve benzerlerini besleyen kültürü değiştirmekse zorlu bir süreç ama imkânsız değil.
Yazarın Dİğer Yazıları
Çölde Vaha Misali Bir Etkinlik
8 Ağustos 2023Afetler Ayrımcılık Yapmaz, İnsanlar Yapar
13 Şubat 2023Afgan kadınlar köleyken biz özgür olabilir miyiz?
13 Ocak 2023Suçlu bulundu : İç Barışı Tehdit Eden Kadınlar!
25 Kasım 2022Kafeslere sığmayan bedenler
11 Temmuz 2022Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet
10 Nisan 2022Eril Aktörlerin Yitik Kurbanları
27 Mart 2022Dünya emekçi kadınlar gününde elleri düşünmek
7 Mart 2022Metaverse dünyasında kadınlar ve taciz.
12 Şubat 2022Sen Ne Çektin Be Havva
26 Ocak 2022Başarılı kadınların enselerinde vızıldayan erkekler
12 Ekim 2021İşgal ve İç Savaşın Ardından, Gericiliğin Kıskacında Afgan Kadınları
17 Ağustos 2021Peki ya insanın ürettiği kesin olan şiddet virüsünün aşısı?
11 Ağustos 2021Özgürlüğe Pedallayın Kadınlar!
5 Haziran 2021Kadın Katillerini Yetiştiren Kim?
1 Nisan 2021Kadınların Sahnesi Yeni Başlıyor
27 Mart 2021Hepimizin İçinden Yükselen Seslerin, Soruların Yankılandığı Bir Kitap; Uğultular
1 Mart 2021Makbul Analık Sorgusu
9 Şubat 2021Bir Sonra Katledilecek Kadın Ya Sen İsen?
5 Şubat 2021