''Rıza Şehri’nde ortak paylaşım vardır. Kimse ihtiyacından fazlasını almaz. Zengin fakir ayrımı yoktur. Kapılar kilitlenmez, para kullanılmaz. Paranın yerine değiş tokuş esastır. Birlikte üretilir, birlikte tüketilir.''
Her yerde ve hep birlikte 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününü kutlayacağız.
Bu yazıda, 1 Mayıslara gelene kadar insanlık ne yapmış, nasıl mücadele vermiş kısaca onu anlatacağım. Okuyucumla beraber tarihsel bir yolculuğa çıkacağım yani. Hadi kolay okumalar olsun diyelim.
Rıza almak deyimi: Kimseyi kırmamak dileğiyle, gönül hoşluğu üzerine söylenen bir deyimdir. Alevi öğretisinde Rıza Şehri demek, bir şehirde yaşayanların hakça bir yaşam sürdürmesi demektir. Kökleri çok eskilere, asırlar öncesine dayanır. Rıza Şehri’nde ortak paylaşım vardır. Kimse ihtiyacından fazlasını almaz. Zengin fakir ayrımı yoktur. Kapılar kilitlenmez, para kullanılmaz. Paranın yerine değiş tokuş esastır. Birlikte üretilir, birlikte tüketilir.
PLATON İDEAL DEVLET/ FARABİ FAZİLET ŞEHRİ
Rıza Şehri’ne ulaşmak için pratikte çok bedeller ödenmiş, teoride çok kafa yorulmuştur. Özde aynı anlamı olsa da kavram olarak çok değişik isimler almıştır. Örneğin, İdeal devlet kavramına, Platon’un “devlet” isimli kitabında rastlarız. Sokrates’in ( M.Ö 469-399) düşüncelerinin temel alındığı yapıtta, yöneticinin erdemli, akıllı, ileri görüşlü zeki olmasından bahsedilir. Felsefe, matematik, mantık gibi ilimleri bilmeli, duyguculuğa yer vermemeli, adaletli olmalıdır. Bekçi denilen kişiler ülkeyi korurken işçilerden, çiftçilerden zanaatkârlardan oluşan kesim üreterek yöneticileri beslemelidir. Bu toplumda kadınlar da birtakım haklara sahip olmalıdır. Mesela iş hayatının içinde olabilirler. Sokrates’in ima ettiği bu görüşler, 2500 yıl öncesinin toplumları için büyük bir ilerleme, bugün için ise demokrasinin temel taşları sayılırlar. Ancak kitapta köle haklarından hiç söz edilmez.
Sizlere çok kısa anlattığım ideal devlet çözümlemesi, (Faryab-Afganistan doğumlu ve İran soylu) Farabi ‘de bir başka şekilde vücut bulur.
Farabi milattan sonra 872-950 yılları arasında yaşamıştır. Sokrates’le aralarında yaklaşık bin üç yüz yıl fark vardır. (Ne kadar az değil mi!) Bunca zaman farkına rağmen yönetimler hakkında söyledikleri birbiriyle benzeşir. Farabi’nin kurguladığı yönetim biçiminde de erdemli yöneticiler vardır. Bu yöneticiler; “ Belleği güçlü, akıllı ince görüşlü, güzel konuşup öğrenmeye gönüllü olmalıdır. Yiyeceğe, içeceğe, eğlenceye düşkün olmamalı, doğruluğu sevmelidirler”. (Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi) Ancak bu şekilde mutlu toplumlara ulaşılır.
Farabi’nin düş dünyasından çok daha önce eyleme geçmiştir insanlık. Defalarca böyle bir şehrin kurulması için savaş verir. İşte bu hareketlerden, daha doğrusu başkaldırılardan birkaç örnek.
MAZDEKLER
Milattan sonra 5. yüzyılda yaşayan Mazdekler (Mazdekîler), fazilet şehrinin yaratılması için ilk olarak harekete geçen halktır. Mazdekler, Zerdüştî inancının kutsal kitabı olan Avesta’yı kılavuz edinmişti. İsmini İranlı din adamı Mazdek’ten alan bu topluluk mutlu bir düzen kurmak için savaşmıştı. Öğretilerine göre; özel mülkiyet olmamalı, herkes ihtiyacı kadarını tüketmeli, hayvan eti yenmemeli hiçbir canlı öldürülmemelidir. Evliliklerde kadın erkeğin tutsağı olmayıp özgür yaşamalıdır. Bütün bu söylenenleri bir dönem hayata geçiren Mazdeklerin bu savları “erken komünizm” olarak değerlendirilmiştir.
Mazdeklerin hayata geçirdiği komünal yaşam, zamanın konjonktürüne uymamıştı. Marx’ın öğretisine ve Sosyalist Rusya’nın kurulmasına daha bin beş yüz yıl vardı. Dünyanın hiç bir yerinde sınıfsız bir toplum için gereken koşullar oluşmamıştı. Erken komünizm çabaları yok olmaya mahkûmdu. Nitekim Mazdek ve ona bağlı olan 12 bin kişi işkenceyle öldürüldü. Kaçabilenler, İran’ın Rey şehrine giderek saklandılar. Bir zaman sonra, Mazdek’in sağ kalan eşi Hürremiye, bu düşünceyi ve hareketi yaymaya başladı. Tarihe adını Hürremiye öğretisi olarak yazdıran bu öğreti, bir kadının önderliğinde kurulan düşünce ve hareketin yayılışıdır.
KARMATİLER
Mazdekler’in uğradığı katliamdan yaklaşık 300 yıl sonra, tarih sahnesine Karmatiler’in çıktığını görüyoruz. Karmati toplumunu oluşturanlar da yaşadıkları Ortadoğu coğrafyasında aynı komünal düzeni istiyorlardı. Bu uğurda çok çaba verdiler, çok emek harcadılar. Yüz elli yıla yakın bir süre bu düzeni sağladılar. Bilimde, felsefede oldukça ileri seviyeye geldiler. Daha çocukluktan felsefe, kimya, astroloji, fıkıh, kelam eğitimi alıyorlar; çağlarına göre son derece uygar yaşıyorlardı. Ama Karmatiler’in sonu da kan ve gözyaşıyla biter. Sağ kalanlar gizli olarak, farklı isimler altında inançlarını yaymaya çalışırlar.
HALLACI MANSUR VE SEYİT NESİMİ
Hallacı Mansur (858-922), yaşadığı hazin sonla aydınlanmanın, direncin simgesi bir şairdir. “Enel hak”,” ben Tanrıyım” dediği için asıldığı söylenir. Bu kısım, olayın magazinsel boyutudur. Oysa işin aslı ekonomik bir nedene dayılıdır. İslam devleti yöneticileri Abbasilerin, köylüleri açlığa mahkûm etmesi ve bu haksızlıkla beraber zorbaca dini dayatmasıdır Hallacı Mansur’ları yaratan.
Bu olaydan beş yüz yıl sonra Seyit Nesimi ‘de, din adına yapılan haksızlıkları ve zulmü eleştirdiği için derisi yüzülecektir.
Tarihe ismini yazdıran birçok önder acı talihten paylarını almıştır. Baba İshak, Baba İlyas, Bozoklu Celal, Şah Kulu, Kalender Çelebi…bu kişilerden sadece bir kaçıdır. Ne mutlu ki bu yüce insanları öldürtenlerin esamesi bile okunmazken bu güzel insanlar uygarlık yolunda hep anılacak, hep yaşayacaklardır.
ŞEYH BEDRETTİN, ŞAH İSMAİL
Gelelim insanlık yolculuğunda başka bir önemli adım olan Şeyh Bedrettin isyanına. Osmanlı’da fetret devrinde **(1402 - 1413 ) yaşanan bir isyandır. İktidar boşluğundan yararlanılarak ortaya çıkan bir halk ayaklanmasıdır. Osmanlı’nın köylünün elinde ne var ne yok alması sonucu açlığa mahkûm olan koca bir kitlenin direncidir bu. İsyan başarıya ulaşır. Düşler kentinin kurulması yaklaşık üç yıl da olsa başarılır. Nazım’ın şiirinde olduğu gibi ortak yenilip ortak paylaşılır.
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek için…”
Ege ve Trakya bölgesinde yaşanan bu harekete, Şeyh Bedrettin’le beraber, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa önderlik eder. İsyana sadece Türkmenler değil, Ermeni, Yahudi, Çerkez, Kürt, Sünni tüm etnik gruplar katılır.
Aslında işin doğası gereği, tüm sınıfsal ayaklanmalarda toplumun her kesiminden insanlar yer alır.
Tıpkı Mazdekler ve Karmatiler gibi Şeyh Bedrettin hareketi de tarihsel koşullar nedeniyle bozguna uğratılır. Binlerce insan, kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürülür.
Rıza Şehri düşüncesini yayan biri olarak kaynaklarda en çok kabul gören kişi Şah İsmail’dir.
Safevi devletinin (1501-1736) kurucusu Şah İsmail, İran ve çevre bölgeleri hükümranlığı altına almıştır. Bir diğer adı Hatayi olan Şah İsmail, Anadolu’da yaşayan Kızılbaşları siyasetine kazandırmak amacıyla bir plan yapar. Plana göre uzmanlar kurulu oluşturur. Kuruldan bir kitapçık hazırlamalarını ister. Hazırlanan kitapçık yalnız Kızılbaş halkını değil, ezilen tüm halkları cezbedecek maddeler içermelidir.
Yazılmış olan risale, yukarıda saydığım iyi devlet, iyi yönetim, mutlu halk temelindedir. Zulüm altında açlık çeken topluluklara dağıtılan broşür olumlu tepkiler alır. Kitapçık sayesinde Şah İsmail büyük bir taraftar toplar. Bu nedenle risale (kitapçık)“ Kızılbaşların ilk “komünist manifestosu” diye nitelenir.
Bazı söylentilere göre, Rıza Şehri fikri İmam Cafer’e aittir. Aşağıda alıntıladığım söylence her ne kadar İmam Cafer Buyruğu kitabında yer alsa da, kaynağın Şah İsmail’e ait olduğu güçlü bir tezdir.
RIZA ŞEHRİ SÖYLENCESİ
Hep Rıza Şehri dedim ya, nedir bu söylence? Fazla uzatmadan anlatayım. Sofu isimli bir adamın yolu Rıza Şehri’ne düşer. Şehirde gezerken karnı acıkır. Bir fırına girer. Ekmek alır para uzatır. Parayı gören fırıncı şaşırır. "Bu ne bu? Biz bunu kaldırmak için yıllarca uğraştık, büyük savaşlar verdik. Anlaşılan sen Rıza şehrinden değilsin. Dünyalı olmalısın”. Sofu’yu misafir ederler yedirir içirirler. Adam şehirde kalmaya karar verir. Kısa zamanda sözlenir. Sözlüsüne bir bahçeden kopardığı narları hediye etmek ister. Ancak Rıza şehrinin güzel kızı kabul etmez bu hediyeyi. Sorgular Sofu’yu izin almadan çaldığı için narları. Ve çıkartılır Rıza Şehri’nden Sofu.
Bir deyiş yankılanır Pir Sultan’dan.
“Güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi
Bu bir rıza lokmasıdır uymazsın demedim mi“
Rıza şehri nerede diye sormayın. Dedim ya sevgili okur, söylence…
ÜTOPYA DEVLET, GÜNEŞİN ÜLKESİ
Uzun bir yoldur Rıza Şehri’nin kurulması. Bizde hal böyle iken Batı’da felsefenin gelişmesi, Rönesans’ın yaşanmasıyla birlikte “İdeal Devlet” kavramı bu sefer “Ütopya Devlet’e dönüşür. Thomas More'un hayal ettiği adada yaşayan insanlar, aynen Rıza Şehri’ndekiler gibi paraya değer vermezler. Ütopik şehirde kimse altı saatten fazla çalışmaz. Kalan zamanlarda dinlenir, uyur, sanatla, sosyal aktivitelerle vakit geçirir. Bu sözlerin benzerini yirminci yüzyılın İngiliz düşünürü Bertrand Russell “Aylaklığa Övgü” adlı kitabında yazmıştır. Günümüzde bazı batı ülkelerinde, daha az çalışma saatleri uygulanmaktadır. Yani gerek Fazilet Şehri’ne, gerekse Ütopik Şehir’e kısmen de olsa yaklaşılmıştır. Bu ülkelerde, gelir dağılımı arasındaki fark azalmış, herkes belli bir ekonomik düzeye ulaşmıştır. Diğer ülkelere göre sosyal refahı daha yüksektir bu ülkelerin.
Kısaca diyebiliriz ki; dünün ütopyası bugünün gerçeğiyse, bugünün ütopyası yarının gerçeği niye olmasın!
Rıza Şehri, bu sefer “Güneşin Ülkesi” ismini alarak, İtalyan filozof Campanella’da hayal edilen imgeyi sürdürür. Güç, akıl, sevgi anlayışı doğrultusunda yeni bir kent kurgular. Kadınlar bu şehirde özgürdür. Özel mülkiyet kötülüklerin kaynağıdır. Bencilliği üzerinden atan kişi toplum yararını düşünür. Fikirleri uğruna 27 yıl hapis yatan, işkence gören Campanella, öldürülmekten canını zor kurtarmıştır.
Alman felsefeci Karl Marks’a geldiğimizde de : “Özel mülkiyete gelir dayanır sorun. Ama bu sefer verilen cevap hayalin kurgulanması değil, akıl ve gerçekçiliktir. Bilimsel sosyalizmdir yani. Yapıtın adı ise “Kapital’dir… Tüm insanlığın özgür mutlu bir topluma kavuşmasının kılavuzu bu kitaptır.
Bugün bizler sosyal güvenlikten, sağlık ve eğitim haklarımızdan ve dahi anayasal haklarımızdan söz edebiliyorsak bu bölümde adlarını saydığım sayamadığım, yiğit aydın savaşçılar sayesinde olmuştur. Kadının esas kurtuluşu ise günümüz sosyalist hareketin zaferi ile mümkün olur. Bu zafer ise kadınlar olmaksızın sağlanamaz.
-----------------------------
** Fetret devri: Bunalım devridir. 1402 ile 1413 kadar geçen sürede Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında taht kavgaları çıkmıştır. Bu kavgadan dolayı oluşan kargaşaya “fetret dönemi” denmiştir.
Yazarın Dİğer Yazıları
Tanrıça Demeter ve Akbelen
6 Ağustos 2023Örgütlü Mücadelenin Gücü
23 Mart 2023Göçebe toplumlardan bugüne Göçler
4 Mart 2023Deprem!
19 Şubat 2023Serol Teber
25 Ocak 2023Mahsa Amini ve Mücadeleci tüm kadınlara
9 Ekim 2022Spartaküs ve Zenci İSyanı
27 Mayıs 2022Baharın Mitosları
28 Mart 2022cam tavan etkisi
3 Mart 2022Mitoloji öğretiyor
23 Şubat 2022Yunus Emre
31 Ekim 2021Halide Edip Adıvar
8 Ağustos 2021Özgürlük (2)
17 Temmuz 2021Özgürlük -1
29 Haziran 2021Yalnızlık ve halleri
16 Haziran 2021Zabel Yeseyan
3 Haziran 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kadın Dergileri
16 Mayıs 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadın Dernekleri
27 Nisan 2021Bacıyan-ı Rum: Anadolu Kadınlar Birliği
11 Nisan 2021