Siyasetçi Neden Yalan Söyler?

Rahmi Yıldırım

3 Temmuz 2022
Siyasetçi Neden Yalan Söyler?

''Türkiye’de ekonomik buhranın en ağır mağduru (aynı zamanda yalana en çok maruz kalan) izler kitle, hakikat ile yalanı birbirinden ayıran çizgiyi tamamen hiçe saymak çaresizliğine düşmüş müdür, emin değilim. İzler kitle bu çaresizliğe düşsün düşmesin, yalan siyasetinin iflasında Arendt’in umudu asıl olarak, bilgiye erişme özgürlüğü ve bu özgürlük için boyun eğmeden mücadele edecek insanların varlığıdır.''

Son yazılarda mitoman siyasetçinin nasıl olup da utanmadan sıkılmadan arlanmadan pervasızca yalan söyleyebildiğini tartışıyorduk.  

Geçen yazıda değinmiştik. Platon’a göre devleti hakikatin sırrına ermiş filozoflar yönetmelidir; bu filozof yöneticiler, devletin ve toplumun yararı gereği, düşmanlarına ya da yurttaşlarına yalan söyleyebilirler; bunun dışında yalan tanrısal ahlakın inkârıdır…  

Siyasetin ve devlet yönetiminin neden yalan üzerine kurulu olduğunu sorgulayan düşünürlerden biri de Hannah Arendt’tir. 

Arendt, Siyasette Yalan başlıklı makalesinde, ABD’nin Vietnam Savaşı’na ilişkin gizli bilgileri içeren 47 ciltlik Pentagon belgelerini incelerken, yalanı savaş iletişiminin ve karar sürecinin merkezine yerleştirir ve savaş iletişimini “yalan ifadelerden oluşan bataklık” olarak betimler. Arendt’e göre yalanın hedefi düşman değil, savaşı yöneten karar süreci ve iç kamuoyudur. Hakikatsizlik (yani yalan-RY) hükümet düzeyinde kararlılıkla benimsenmiştir ve asker/sivil her kademede göz yumulmaktadır. “Yalanlar –‘arama ve imha’ harekâtlarının düzmece ceset sayıları, hava kuvvetlerinin gerçekleri çarpıtan hasar tespit raporları, kendi yazdıkları raporlar üzerinden performanslarının değerlendirileceğini bilen astların savaş alanından Washington’a ilettiği ‘ilerleme raporları’- insanı kolaylıkla olayın tarihsel arka planını unutmaya yöneltebilir.” (Ne kadar tanıdık değil mi? Küçük Amerika’nın savaşlarında böyle yalanlara ihtiyaç duyulmadığı söylenebilir mi?) 

Arendt’e göre savaştaki kandırma süreci, modern yalanın totaliter olmayan bir versiyonudur; ABD’nin iç ve dış siyasetinin altyapısını oluşturur. Çünkü doğruculuk hiçbir zaman siyasi erdem sayılmamış, yalan ise siyasette her zaman kullanılabilir araç olarak görülmüştür. Gizlilik ve kandırma, yani kasıtlı sahtekârlık ve açık yalan, insan günahkârlığının tesadüfi sonucu olarak siyasete sızmış değildir; yazılı tarihin en başından itibaren yaşamımızda olmuştur. 

Yine Arendt’e göre, ahlaki öfke ve tepki yalanı yok edemez. Çünkü, “Yalanlar çoğu zaman gerçeklikten çok daha makul, akla çok daha yatkındır. Yalancı, izleyenin ne duymak istediğini ya da nasıl bir beklenti içinde olduğunu bilmenin sağladığı büyük avantaja sahiptir. Yalancı, toplumun tüketimine sunacağı hikâyesini hazırlarken, hikâyesinin inandırıcı olmasına dikkat etmez. Oysa gerçekliğin bizi hiç ummadığımız şeylerle karşılaştırmak gibi rahatsız edici bir alışkanlığı vardır ve biz her seferinde buna hazırlıksız yakalanırız.” 

Yani Arendt demeye getiriyor ki, dost acı söyler, gerçekler acıdır, insanlar özel hayatta ve siyasette yalan şeyler duymaktan hoşlanırlar ve yeri geldikçe yalan söylerler.  

Arendt’in söylediği gibi hakikat böyle rahatsız edici ve yalan böyle çekici olsa da, siyasetçi izler kitlenin duymak istediğini söylese de insan yine de kabullenemiyor utanmadan arlanmadan pervasızca yalan söylenmesini.  

*** 

Peki siyasetçi pervasızca yalan söyleme gücünü başka nereden alıyor? Bu sorunun yanıtı olarak Arendt, insanın hayatta kalma içgüdüsüne dikkat çekiyor: “Hayatta kalmanız, önünüze sunulana güveniyormuş gibi yapmanıza bağlı ise, size sunulan şeyin hakikat mi yalan mı olduğunun bir önemi kalmaz.”  

Yani Arendt demeye getiriyor ki, izler kitle ile siyasetçi arasında hayati çıkar ilişkisi varsa, anlatılan hikâyenin hakikat mi yalan mı olduğunun yalana maruz kalan kitle için önemi yoktur… “Ay’a kadar dört şeritli yol yapacağım desek, seçmenimiz inanır” itirafını duysaydı Arendt, kim bilir makalesinde başka ne gibi değerlendirmelere yer verirdi? 

Bu noktada Hannah Arendt, yalan siyasetinin bir aşamada izler kitleden sonra kendini de kandırmaya dönüştüğünü vurgular ve ekler: “Siyaset alanında kendini kandırma en önemli tehlikedir. Çünkü kendini kandıran kandırıcı, sadece onu izleyenlerle değil, gerçek dünyayla da tüm irtibatını kaybeder.” 

Arendt’in gerçek dünya ile tüm bağını koparma ifadesi ister istemez mitoman siyasetçinin yalanlarını akla getiriyor. Kendisinden önce yapılmış eserleri sahiplenmenin ve özel yaşamıyla ilgili yalanlarının ötesinde kendisini dünya lideri sanmanın gerçeklikten tümüyle kopma dışında bir açıklaması olmasa gerek. Kendisini böyle sanmasında havarilerinin katkısı da yok değil. Öyle ki, “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde taşıyan lider” bile dediler. Bu gibi iltifatlar övgüler yüceltmeler, beşeri sermaye yoksulu narsistik egosunu kim bilir nasıl da okşamaktadır. Zaten malum, şeyh uçmaz müritleri uçurur. Tabii müritler şeyhlerini uçururken kendileri de uçmakta ve gerçeklikten tümüyle kopmaktadırlar. Daha doğrusu şeyh de müritler de kendi üretimleri sahte bir gerçeklik âleminde yaşamaktadırlar. Gustave Le Bon’un diliyle söylemek gerekirse; kitle, “yanlış bilinç” ile büyülenmiş bir “yığın”dan ibarettir. Hatta kitle, aşağı ve bayağı bir toplamdır; bilincin (muhakeme ve yargılamanın) ortadan kalktığı bir âlemde yaşamaktadır. Lider kolayca etkilenebilen “itaate susamış” bu yığını yöneten, kendi çıkarının etrafında toplayan kişidir. Lider, sözleriyle, anlattıklarıyla, mimikleriyle, yürüyüşüyle, duruşuyla, bakışıyla kitleyi etkiler, yönlendirir… 

Bu anda başlıktaki soruyu yineleyelim: 

Siyasetçi neden yalan söyler? 

Yanıt: Yandaşlarını kandırmak için. Hakikatle bağını kopardıktan sonra kendisini de kandırır. 

*** 

Her şeye karşın Arendt, yalancı muktedirin gücünün mutlak olmadığını, izler kitleyi ve kendini kandırmanın sonsuza kadar sürmeyeceğini, nihayetinde gerçek dünyaya yakalanacağını söyler. Yani önünde sonunda yalancı gerçekliğe yenilecektir. Çünkü “gerçekliğin ikamesi yoktur” ve “Belli bir yerden sonra yalanın kendine zarar vermeye başladığı bir noktaya varılır. Yalanların muhatabı olan seyirci kitlesi hayatta kalmak için hakikat ile yalanı birbirinden ayıran çizgiyi tamamen hiçe saymak zorunda bırakıldığında işte bu noktaya gelinir.” 

Türkiye’de ekonomik buhranın en ağır mağduru (aynı zamanda yalana en çok maruz kalan) izler kitle, hakikat ile yalanı birbirinden ayıran çizgiyi tamamen hiçe saymak çaresizliğine düşmüş müdür, emin değilim. İzler kitle bu çaresizliğe düşsün düşmesin, yalan siyasetinin iflasında Arendt’in umudu asıl olarak, bilgiye erişme özgürlüğü ve bu özgürlük için boyun eğmeden mücadele edecek insanların varlığıdır. Arendt, hakikatin güvenilir tanıklara ihtiyaç duyduğunu vurgular; yani bilgiye erişme hakkını ve basın özgürlüğünü. 

Arendt’in bu çıkarımı sınıflar mücadelesini tüm yalınlığıyla içermese de saygıya değerdir. 

Bilgiye erişme hakkını, düşünce ifade ve basın özgürlüğünü boyun eğmeden savunan basın emekçilerine selam olsun. 

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. Siyasette İlkesizliğin Dayanılmaz İğrençliği
     YRP Genel Başkan Fatih Erbakan “Batmakta olan Titanik gemisine binmeyeceğiz, AKP’nin 20 yıllık günahına ortak olmayacağız, seçime tek başımıza gireceğiz” dedikten sadece bir gün sonra AKP gemisine atladı.  Kabul etmeli ki, Recep Tayyip…
  2. Depremin Medyası Medyanın Depremi
    Deprem felaketi sadece topluma ve siyasete değil medyaya da ne denli zehirli bir zihniyetin egemen olduğunu gösterdi. Asıl gücünü dinden ve geleneklerden alan bu zihniyetin özünde devleti kutsayıp toz kondurmamak,…
  3. İyi Parti kötü Siyasetçi
    Tansu Çiller / Mehmet Ağar çömezi MA kötü siyasetçidir, negatif anlamıyla bile ilm-i siyaset yoksuludur. Bu yaştan sonra da ilm-i siyaseti öğrenmesi ve ıslahı mümkün değildir. Ülkücü refleksi her an…
  4. Ukrayna: Emperyalistler arası hesaplaşma alanı
    ''Umulur ki, Ukrayna halkı Sovyet devrimiyle kazandığı kendi kaderini tayin hakkının kıymetini anımsar; ABD ve NATO ile Rusya emperyalizmi arasındaki paylaşım savaşının dışında kendi yolunu bulur; ABD emperyalizmi destekli mevcut…
  5. Asker Deprem Bölgesine Neden Geç kaldı?
    ''Yürürlükteki 5442 sayılı İl İdaresi Yasası da askerin göreve çağrılmasına yeterli. Yasa’nın ilgili 11’inci maddesi, il genelinde çıkabilecek olaylarda valiyi askerden yardım istemekle yetkilendirmiş. Yasa valilere böyle bir yetki vermiş…
  6. Deprem Kader Değil!
    Deprem Kader Değil!
    11 Şubat 2023
    Bu ülkede siyasetin, devletin ve toplumun kılcal damarlarına hücrelerine sinmiş alaturka dinci faşist zihniyetin on binlerce hayatı söndüren depremlere karşın değişmemesi, değişenin sadece kişiler olması kader midir?   Ülkemiz dünyanın…
  7. Guguk sisteminde Cumhurbaşkanı adaylığı
    Anayasa’nın açık hükmüne karşın Yüksek Seçim Kurulu RTE’nin adaylığını kabul ederse ne olur? Yanıt: “Hukuk farklı bir şey. Ama bunun yanında guguk, o da farklı bir şey. Şu anda seçimle…
  8. Türban mağduriyeti bıktırdı
    Kim nasıl istiyorsa öyle örtünsün ama İslamcı faşizmin bayrağı tesettürün siyasi ekonomik diplomatik kültürel gündemi bloke etmesinden rahatsızım, isyanlardayım. Bir sosyalist olarak, geçmişte herkese Sünnilik dayatan sözde laiklik ve Atatürk…
  9. Peygambere kalmayan dünya Papa'ya da kalmadı
    ''Dini yapılarda nedense her şeyden önce pedofili rezaletleri vuku buluyor. İslam coğrafyasında olağan sayılıyor ama Benedictus, 400 rahibi pedofili, taciz ve tecavüz gerekçesiyle yürütülen soruşturmalar kapsamında görevden aldı. Ancak göstermelik…
  10. Walesa Şemsi ile Birlikteydik
    ''Grev ve yürüyüşte Şemsi Denizer’in öncü gözükmesine karşın, işçi komitelerinin militan örgütlenmesi olmasa, Denizer ve sendika bu çapta bir grevi ve yürüyüşü örgütleyemezdi. Eylemin bitmesinin ardından işçi komitelerinin tasfiyesinde Denizer’in…
  11. Devletleşen Kötülük ve Cehalet
    Türkiye, devletleşmiş cehalet, kötülük ve yobazlığın tutsağı olarak teokrasi durağında bitecek felaket yolculuğunda kilometreleri hızla tüketiyor.  Felaket yolculuğunun yakın gelecekteki en önemli durağı cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri olacak.  Cehalet ve…
  12. Pandora'nın kutusundan çıkan türban
    Demokratik laik gelenek görenekleri yüzeyde kalmış ya da hiç olmamış ülkelerde Pandora’nın kutusu hep açıktır. Her an bir kötülük fırlayıp ülkenin elini kolunu ayağını bağlayabilir.  Pandora’yı bilmeyen yoktur herhalde; öyküsü…
  13. Tarikatların ve Sarayın Çocuk Gelinleri
    Ne yazık ki bu iğrençlik, “münferit, sıra dışı, bireysel, tekil” bir olay değil. Tersine, kimileri için ecdat yadigârı bir gelenek, vaka-i adiye, sıradan bir olay; sosyolojik teolojik bir dram. Bu…
  14. Alevilerin Kayyumlarla bitmeyen Sınanması
    İslam içi sayılmakla birlikte Alevilik, heterodoks (farklı) ve batıni bir inanç öğretisidir. Sünni ve Şii yorumuyla ortodoks (egemen) İslam mülk sahibi sınıfların iktidarını kutsayıp meşrulaştırırken Alevilik tarih boyunca mülksüzlerin, baldırı…
  15. İhvancı Hayalin İflası ya da 'Grand Strateji'
    ''Devletler arası siyasetin kadim kanunları, devletler arasında ezeli/ebedi dostlukların değil çıkarların olduğu yasası, dış politikada Firavun/Musa masallarıyla edilen duaya yer olmadığını sert bir şekilde anımsattı; “öldürmeyi iyi bilen” İsrail liderleriyle,…
  16. Kürtler Özgür Değilse..
    Şunu en başta vurgulayalım: İster devlet ister devletle savaşan bir örgüt; kim yapmış olursa olsun, sivil halkı hedef alan silahlı eylemler terör eylemidir. Köylerde, kasabalarda, kentlerin en kalabalık caddelerinde meydanlarında,…
  17. Tayyip Erdoğan Patavatsız mı?
    Entelektüel mahallenin kıdemlisi Murat Belge, Recep Tayyip Erdoğan’ın “patavatsızlık rekoru” kırdığını yazmış. Gerekçesi, Erdoğan’ın Mehmet Ali Çelebi’ye AKP rozeti takarken, kaç çocuğu olduğunu sorup tek çocuk yanıtı alınca, “Çocuk çok…
  18. Cehalet ve Kötülüğün Kıskacındaki Türkiye
    Türkiye ancak askeri darbe döneminde rastlanabilecek boğucu bir atmosferde nefes alıp veriyor. Aradaki fark, askeri diktanın bir avuç sermayedar dışında toplumun tümünü baskı altına almasına karşılık sivil diktanın toplumu neredeyse…
  19. Osmanlı Şanlı mı Kanlı mı?
    ''Hanedanın kendi içinde bile kan dökücü olduğunu; aile katliamını kanunlaştırdığını; 36 padişahtan 6’sının sonraki padişahın fermanıyla idam edildiğini; idam edilen padişahlardan Genç Osman’ın öldürülmeden önce bir de ırzına geçildiğini ve…
  20. Alim İlimle, Zalim Zulümle Yönetir
    SS’in “Erdoğan’ı kaybetmekten korkuyorum” sözlerini anımsatmış Çömez ve şu teşhisi koymuş: “Anksiyete bozukluğu. Akıllardan kolayca çıkmayan düşünce. Kaybetme korkusu. Ağır bir psikolojik travma halinde hepsi. Seçimi kaybettiklerinde bunları nasıl tedavi…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…