İnsanlığın ilk eylemidir yürüyüş. Dört ayak üstünde ilerleyen Homo erectusun, ayağa kalkarak yürümesiyle başlar uygarlık yolculuğu. Antropolog Marvin Harris’in dediği gibi “ilkin ayak vardı”.
Büyük göçün, günümüzden iki milyon yıl önce Afrika’da başladığını bilim insanları tespit etmiş. 100 bin yıl önce de Homo sapiensler ( bilen insanlar) dünyanın çeşitli kıtalarına yayılırlar. Asırlar boyu göçebe ,avcı, toplayıcı olarak yaşamlarını sürdürürler. Daha sonra Mezopotamya bölgesinde tarım toplumuna geçişin temelleri atılır. Yerleşik hayatla beraber göçebelik devam eder. 13 bin yıl öncesine kadar av peşinde koşan insan, bu sefer verimli arazi ve otlak arayışına girecektir. Şüphesiz bu arayış sadece karın tokluğu ya da barınma amacıyla olmaz. İklim, deprem, sel, kuraklık gibi afetler, göçlerde önemli bir faktör teşkil eder.
Tarihten tecrübe edinilmiştir ki bu gezinmeler sonucu sosyo kültürel alış verişler ve birikimler oluşur.
“İlk tarımın başlangıcı göçebe toplumlardır, ticaretin ilk safhası göçmenlerin başlattığı ticarettir, tarım haricinde ortaya çıkan özel zanaatkarlar, gezginler olmuştur. Dinlerin kurucuları, ilk şairler,ilk felsefeciler ve müzisyenler ve dönemlerin büyük aktörleri oluşmuştur.” (Bücher, 190;.346)
AMERİKA’NIN KEŞFİYLE GÖÇ
Eski çağları geride bırakarak, yakın zamanlara gelelim isterseniz.
Dünya’daki büyük göç olaylarından biri Amerika’nın keşfiyle gerçekleşir. (Yakın zaman dedim ya, 10.000 yıl öncesine göre 1492 yılı yakın zaman sayılır değil mi) Verimli bakir topraklara Avrupalılar akın akın göç ederler. Yeni Dünya göçmenleri, çok kazanmanın hırsı içinde yerlilere uyguladıkları asimile politikaları zulmü de aşan dereceye varır.
TÜRKLER’İN ANADOLU’YA GELİŞİ
Türklerin 1071’de Anadolu’ya göçmelerini ise Nazım şöyle şiirleştirir;
“Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim…”
ERMENİ SOY KIRIMI VE MÜBADELE
1915 de Osmanlı devleti Ermenilere büyük bir sürgün politikası uygular. Sürgün soykırıma dönüşür. Ermeni halkı Anadolu’dan Suriye topraklarına sürülür. Çileli ve uzun yolculukta yalın ayak yürüyen, açlığa susuzluğa dayanamayan bir yığın insan ölür. Katledilenlerle birlikte bir milyon Ermeni yok edilir. Geriye acı ve dert yüklü utanılası bir tarih kalır. Bir de hüzünlü Sarı Gelin türküsü.
Cumhuriyet tarihinin en büyük göçü 1923 yılında Lozan Barış anlaşmasıyla yaşanmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele sözleşmesiyle yığınlarca insan zorunlu göçe tabi tutulur. Değiş tokuş anlamına gelen mübadele ile milyonlarca insan yerinden yurdundan edilir. Türkiye Yunanistan’a bir buçuk milyon Rum gönderir. Yunanistan’da Türkiye’ye 500 bin Türk gönderir. Mübadiller (göç zorunluları) evlerini, tarlalarını, komşularını, hatıralarını, ne var ne yok her şeylerini bırakarak bilmedikleri diyarlara gitmek zorunda kalırlar. Her iki ülkenin vatandaşları bulundukları coğrafyada Balkan savaşından sonra ırkçılığa maruz kalmışlar, canlarını kurtardıklarına bir yönüyle sevinmişlerdi. Diğer yönden aşsız, ekmeksiz bir başlarına ortada kaldılar. Hükümetin tahsis ettiği topraklar onların yaralarını sarmaya yetmemişti.
Mübadele olayı üzerinden bir asır gibi bir süre geçmesine rağmen toplumlar üzerinde yarattığı travma, sanatta, edebiyatta, tiyatroda hala var olagelmiştir.
ALMANYA GÖÇÜ
Yine Almanya’da Hitler katliamında binlerce Yahudi halkı, aydın, yazar, bilim insanı göç ederek canlarını kurtarmışlardır
Göç o kadar var olmuş ki milletlerin hayatında. Hiçbir toprak parçası yoktur ki karış karış yürünmüş olmasın. Hiçbir edebiyat eseri ve dahi hiçbir sanat yapıtı yoktur ki göç olgusunu işlemesin.
Almanya'ya ekmek parası kazanmak için giden yüzbinlerce Türkiyeli vatandaş nasıl işlerde çalıştıklarını Günter Wallraff , “En Alttakiler” adlı kitabında en çarpıcı yanıyla anlatır. 1961 yılında bando törenleriyle karşılanan Türkiyeli göçmenler Almanya’daki ekonomik kalkınmanın tüm yükünü sırtlanır. En ağır işlerde, en tehlikeli ve pis yerlerde çalıştırılır. Nazım dayanamaz, haykırır!
“Kapansın el kapıları/Bir daha açılmasın/Yok edin insanın/İnsana kulluğunu”
Güzelim ülkemizde sayıları milyonları bulan yurdumun gurbetçileri, Almanya’da sevdiklerine ve memleketlerine hasret kalır. Almanya’da yetişmiş sanatçı Yüksel Özkasap yanık yanık söyler türküsünü;
“Ayrı düştüm vatanımdan Yurdumdan/Sermayem yok servetim yok elimden/Bilinmiyor yoksulların dilinden/Almanya’ya mecbur ettin yoksulluk beni/Çekmem şu gurbeti gelse elimden/Anamdan babamdan ettin yoksulluk beni “
Bekir Yıldız yazar “Alman Ekmeği” yapıtında göçmenlerin para kazanmak için neler yaşadıklarını anlatırken şu sözleri ekler;
“Kadere inanmamış olsalardı, açlık sorununu memleketlerinde hallederlerdi. Almanya'ya gelmeye gerek kalır mıydı? Bilirsiniz, özellikle köleler, dinlerine ve örflerine bağlı yetiştirilir.”
Almanya ve diğer ülkelere el açma o zamanki hükümetin ayıbıdır. Maalesef ki hala bu ayıp o kadar çok tekrar etmiştir ki devletin ayıbı haline gelmiştir.
60 yıl önce okuma yazma bile bilmeyen insanlar, yoksulluk yüzünden istemedikleri, bilmedikleri diyarlara gidiyorlardı.
Bugünün gençleri eğitimli, dil bilerek donanımlı halde isteyerek, hatta büyük bir hayranlıkla gidiyorlar. Kendilerine ait odalarda test çözerek, İngilizce öğrenerek yetişen gençler Türkiye gibi, neresinden tutsan, her tarafından dökülen bir ülkede yaşamak istemiyorlar. Ki bu ülke doğup büyüdükleri yer olsa bile. Suç onlarda mı? Tabi ki de değil. Nedenler çok onları haklı çıkartacak. Bunları açıklamayı bir sonraki yazıma bırakıyorum.
DEPREM GÖÇÜ
Yaklaşık bir ay önce, Güney Doğu’da insanlar derin uykudayken acımasız bir katliama dönüştürülen depremle sarsıldı, binalar yıkıldı, yollar yarıldı. Yığınlarca insanımız, evsiz yurtsuz, aç açıkta kaldı . Ölenlerin yaralananların haddi hesabı olmadı. Geride kalan milyonlarca insan büyük göç yoluna düştü. Dile kolay, şu anda ülkemizin on bir ili ve çevresi viran halde. Güzel yurdum harap, güzel yurdum üzgün. Tırlarla yardım gönderen, deprem yerinde dağıtım yapan halktan insanlar, unutturulmak istenen dayanışmayı hatırlattı. Temennim bu büyük şerden büyük hayır doğarak gelişen dayanışmanın bilimselliğe yani sosyalizme dönüşmesi.
Bu yazımda tarihte ve bugünde yaşanan göç olaylarını anlattım. Araştırmalarımda gördüm ki bütün göçler, aç gözlü barbar insanın yarattığı sistemin kahrolası felaketi. Yani zorunlu ve travmatik göçlerin önlenmesi mümkün. Godot’yu beklemeye gerek yok. Halkların artık örgütlenerek hakkını aramasını bilmesi gerekiyor. Burada aydın ve yazarlara çok iş düşüyor.
Yazarın Dİğer Yazıları
Tanrıça Demeter ve Akbelen
6 Ağustos 2023Örgütlü Mücadelenin Gücü
23 Mart 2023Deprem!
19 Şubat 2023Serol Teber
25 Ocak 2023Mahsa Amini ve Mücadeleci tüm kadınlara
9 Ekim 2022Spartaküs ve Zenci İSyanı
27 Mayıs 2022Rıza Şehri
29 Nisan 2022Baharın Mitosları
28 Mart 2022cam tavan etkisi
3 Mart 2022Mitoloji öğretiyor
23 Şubat 2022Yunus Emre
31 Ekim 2021Halide Edip Adıvar
8 Ağustos 2021Özgürlük (2)
17 Temmuz 2021Özgürlük -1
29 Haziran 2021Yalnızlık ve halleri
16 Haziran 2021Zabel Yeseyan
3 Haziran 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kadın Dergileri
16 Mayıs 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadın Dernekleri
27 Nisan 2021Bacıyan-ı Rum: Anadolu Kadınlar Birliği
11 Nisan 2021