Türkiye, sorulacak hesapların fazlasıyla biriktiği bir ülke olmadı mı hala? --Devlet gözetiminde, işçiler, kadınlar ve cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler ölüyor.
Cezaevinden yine cinayet gibi bir ölüm haberi geldi. Bu kez Mehmet Canpolat. 48 yaşında. Cezaevine konulduğu 1996 yılında 30 yaşındayken, kızı Berivan üç yaşındaymış. Babasına doyamadan, O'na gönlünce sarılıp dokunamdan yıllarca demir parmaklılıklar arasından ona ulaşmaya çalışırken, duvarların ardından cansız bedenini verdiler O'na ve sevenlerine.
Babası toprağa verilirken feryat ediyordu Berivan; "Biz sana doyamadık baba. Sana kara topraklar doyacak”.
"Babamı öldürdüler" diye isyan ediyordu Berivan.
Evet, Mehmet'i devlet öldürdü. Sağlıklı olarak aldıkları Mehmet'i önce yaraladılar,
yıllarca tedavi etmediler, teşhisinde geciktiler ve bilerek, isteyerek bu sonuca ulaştılar. Sistemli bir biçimde yaptıkları saldırlarla, çıkardıkları yasa ve yönetmeliklerle önceden tasarlayarak, sonuçlarını öngörerek işlediler bu cinayeti.
19 Aralık 2000’de ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ adı verilen, cezaevlerinde F tipi hücre sistemine geçişi sağlamak ve devrimcilerin bu uygulamalara karşı direnişini kırmak amacıyla yapılan katliam ölçeğindeki saldırı sırasında Mehmet Canpolat Gebze Kapalı Cezaevi’ndedir. Tutsakların üzerine sıkılan gaz bombalarından biri Mehmet'in göğsüne isabet eder ve o tarihten sonra sağlık sorunları başlar.
Herkes bilir ki, cezaevine girmek demek, sadece dolaşım hürriyetinin engellenmesi değildir. Mahkeme sonuçlandığında, yasalarda gösterilen bilmem kaç yıllık ceza değildir sana kesilen. Eziyet ve işkence derecesinde yeni cezalar esas cezaevinde başlayacaktır. Yasa ve yönetmelikler, idarenin yetkilerini "idarenin takdir"i gibi sınırsız bir sözcükle tarif etmiştir ve bir devrimci olarak girdiysen içeriye, devletin elinde yok edilmesi gereken bir düşmansındır artık. Cezaevinde yatan bir insan için hasta olmak, kendi bedeni üzerinden cezaevi yönetimine yeni bir pazarlık kozu vermek demektir. Bu durum açık bir saldırı konusu yapılır.
Cezaevlerinde yatan tüm hastalar gibi Mehmet'in de sağlık sorunları dikkate alınmaz. Göğüs ağrıları ve nefes darlığı şikayetleri devam eder. 2012 yılında koah hastası olduğu tesbit edilir. Koah; "Anfizem ve kronik bronşiti kapsayan, akciğerlere giren ve çıkan havayı nefes darlığına neden olacak derecede kısıtlayabilen, mutlaka ilerleyen, tedavi edilmezse ölümle sonuçlanabilen bir hastalık" olarak tanımlanıyor. Tedavisi için, iyi beslenme, temiz hava, bol egzersiz, düzenli ilaç alımı ve sürekli kontrol altında uzun süreli bir tedavi öneriliyor.
Peki, Mehmet'in hastalığı için ne yapılıyor? Tabi ki hiçbiri. Sonunda Mehmet'in hastalığı akciğer kanserine evriliyor. Bir süre sonra kendi başına ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelen Mehmet'e koğuş arkadaşları yardımcı olmaya çalışıyor. 13 Mayıs 2014'de Kocaeli Devlet Hastanesi'ne götürülen Mehmet'e sağlık durumundaki hızlı bozulmaya rağmen, ancak 7 ay sonra verilen raporda “Cezasının infazının derhal tehiri gerekmez. Sürekli hapis cezası infazı, hükümlünün hayatı için kesin bir tehlike teşkil etmez. Hastalığının resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde infaz olunmasına gerek yoktur” denilerek, adeta ölümüne davetiye çıkartılıyor.
Geçen o yedi ay içinde ağrıları artan bir gözünü kullanamaz hale gelen Mehmet, 7 Aralık 2014’te şuuru kapalı bir biçimde Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırılır. Beyninde tümör olduğu görülünce bir hafta içinde üç kez ameliyat edilir. Bu arada Av. Gülüzar Tuncer, infazın ertelenmesi talebiyle infaz savcılığına başvurarak Mehmet'in veda hakkından yararlandırılmasını talep eder. Başvuru İstanbul (ATK) Adli Tıp Kurumu’na iletilir ve ATK benzer durumlarda verdiği kararı 22 Aralık 2014’te Mehmet Canpolat için de yineler; "hastane şartlarında yatırılarak infazına devam edilmesi uygundur"
"İnfaz" tamamlanmış, "Adalet" sağlanmıştır. (!)
1996 yılında cezaevine konulduğunda hiçbir sağlık sorunu olmayan Mehmet Canpolat, devletin denetim ve gözetimi altında olduğu 18 yılın sonunda ölü olarak ailesine teslim edilmiştir. Üstelik,
ölümün kaçınılmaz biçimde yaklaşmakta olduğu hissedildiğinde dahi son günlerini yakınlarıyla birlikte geçirmesine izin verilmeden.
Mehmet'in hikayesi bu ülkede ilk değil ve korkarım, büyük olasılıkla da sonuncusu olmayacak.
BDP nin 2014 yılında hazırladığı Hasta Mahpuslar ve Cezaevi Sorunları başlıklı rapora göre, 2000-2013 yılları arasında Türkiye'deki cezaevlerinde hayatını kaybedenlerin sayısı 2.829. Yanlış okumadınız, ikibin sekizyüz yirmidokuz insan, devletin gözetimi altındayken canından oldu. Rapor, "Türkiye hapishanelerinde haftada 5 kişi yaşamını kaybediyor. Bu ölüm oranı toplumdaki ölüm oranının yaklaşık 4 katı. Yani hapishaneler normal yaşama göre 4 misli daha fazla ölüm riski yaratıyor. " diyor. 2013 yılında cezaevlerinde incelemeler yapan CHP Meclis grubundan bir heyet de raporunda; “Tutuklu ve hükümlü sayısı Kilis, Tunceli, Ardahan, Bayburt’un nüfusundan fazladır." diyerek Türkiye cezaevlerinde ölüm tehdidi altındaki nüfusa işaret ediyordu. Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifinin yeni yaptığı açıklamaya göre cezaevlerinde halen 248'inin durumu ağır olmak üzere 683 hasta insan var. Bu insanlar da bu tehditle yüzyüzeler.
Cezaevi yönetimleri, savcılar ve Adli Tıp Kurumu bu cinayetlerin uygulayıcıları, Adalet Bakanlığı eliyle siyasi iktidar da azmettiricisi durumundadır. AKP ve bugüne kadarki siyasi iktidarlar bu insanlık dışı uygulamaların ortak sorumlularıdır. 12 yıllık AKP iktidarı döneminde defalarca gündeme getirilmesine rağmen ölümleri durdurabilecek hiçbir tedbir almaya yanaşmadıkları gibi, bir süredir de "çözüm süreci" altında insan hayatını pazarlık konusu yapmaya başladılar.
Mehmet Canpolat'la birlikte 31 Aralık'tan bu yana yitirdiğimiz hasta tutuklu ve hükümlü insanlarımız 5'e ulaştı. Herbirinin ayrı bir öyküsü, herbirinin geride bıraktığı acılı aileleri, yakınları, bize bıraktıkları mücadeleleri var.
Ve farkında mısınız, aramızdan sessiz sedasız gidiyorlar ve biz bu kalleşçe cinayetler karşısında sesimize ses katamıyoruz...
Cezaevlerinde devlet eliyle öldürülen insanlara sahip çıkılamayan bir ülkede, insanlıktan ne kadar söz edilebilir? Faşizm, tıpkı iş cinayetlerinde yitirdiğimiz işçiler, tıpkı cinayetlere kurban giden kadınlarımız gibi cezaevlerindeki insanlarımızı da birer istatistiki değer olarak anıyor ve bunların artıyor olmasından hiçbir rahatsızlık duymuyor.
Son zamanlarında Mehmet Canpolat'a refakat eden kardeşi Elmas Kılıç, Mehmet'in kendisine,
‘Bu bana yapılanlar işkencedir. Bunun hesabını sorun’ dediğini aktarıyor.
Türkiye, sorulacak hesapların fazlasıyla biriktiği bir ülke olmadı mı hala?
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Shakespeare'in Kralları'ndan Bugüne...
10 Şubat 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019AKP Yönetiminde; Sosyal Devletten, Köleci Devlete
23 Eylül 2018Rejim son eşiği de döndü, diktaya Karşı yeni bir mücadele programı kaçınılmaz
4 Temmuz 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Umut içimizde saklı
2 Ocak 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Şimdi Karar Verme Zamanı!
15 Aralık 2016Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Gülay'ın ardından..
27 Kasım 2015Silahların susması yetmez, Türkiye ve Ortadoğu’nun başına bela bu iktidardan da kurtulmalıyız…
11 Ağustos 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015