YA AYAKLAR BAŞ OLURSA --Şimdi yeniden MHP’nin de desteğiyle Kürtlere ve sola karşı yeni bir düşmanlık dalgası yükseltilmek isteniyor. Halkın gücünün, onun birliğinden geldiğini biliyor ve bunu engellemeye çalışıyorlar. HDP’ye duyulan nefretin bir nedeni de budur.
Siyasetin dili yeniden kan ve ölüm oldu. Ortalık, kanını esirgemeyen, canını vermekten kaçınmayanlardan geçilmiyor. Başbakan, evlatlarımızı feda ederiz derken, Genelkurmay, son günlerde teröre karşı savaşmak üzere askere alınmak isteyenlerin sayısının arttığını açıklıyor. Belli ki, Erdoğan’ın “ne pahasına olursa olsun” diyerek ilan ettiği savaşın toplumda karşılık bulması için çalışıyorlar. Teröre karşı savaş denilerek, dağlar ateşe veriliyor, sivil yerleşim yerleri bombalanıyor, evler basılıp kurşunlanıyor, her gün yeni ölüm haberleri geliyor.
AKP’nin Suriye topraklarında ve içeride sürdürmek istediği savaşa karşı tepkiler, PKK’nin yeniden ateşkes yapması için yapılan çağrılarla birlikte gelişiyor. Barış talebi, toplumda yankısını buluyor ve CHP’den HDP’ye, sendikalardan meslek örgütlerine, sosyalist parti ve gruplara kadar sol, uzun süredir ilk defa en geniş yelpazede bir araya gelerek, savaş cephesi karşısında bir demokrasi cephesi yaratma umudu yaratıyor.
Savaş Seçimden Önce Başlatıldı
7 Haziran Genel seçimleri, Türkiye ve tüm bölge için hayati bir önem taşıyordu. Ya Tayyip Erdoğan’ın diktatörlüğünde bir faşizme yol verilecek ya da Türkiye’de barışın ve demokrasi umudunun yeşermesini sağlayacak bir tercih yapılacaktı. HDP bu koşullarda tarihi bir rol oynayarak meclisteki mutlak AKP çoğunluğunu ortadan kaldıracak bir hamle yaptı ve seçimlere parti olarak katılma kararı aldı. HDP’nin bu cesur hamlesini gören ve olası gelişmeleri doğru değerlendirenler seçimlerde HDP ’yi destekleme kararı aldılar. Bu olasılığı Tayyip Erdoğan da gördü ve Cumhurbaşkanı olmanın sağladığı tüm olanakları AKP için seferber ederek alanlara indi. Her yerde HDP ve Demirtaş’ı hedef aldı. Bunun da yeterli olmadığını, halkın barış, kardeşlik ve eşitlikten söz eden HDP ’ye olan ilgisinin giderek artmakta olduğunu görünce, bu kez de devreye alışık oldukları kirli yöntemleri soktular. Geçmişin kontracı, işkenceci katilleri ile kolaylıkla ağız ve elbirliği yapmaya başladılar. Bunlara bir de kendi besleyip geliştirdikleri IŞİD ve benzeri örgütler de eklenmişti. Ağrı’da, Erzurum’da, Adana, Mersin ve birçok yerde saldırılar düzenlediler ve hatta Diyarbakır’da katliam yapmaya kalkıştılar. Saraydaki, artık orada rahat oturamayacağını anlamış, kılıçları çekmişti. Ama HDP’nin sağduyulu tutumu, PKK’nin yapılan taciz ve provokasyonlara rağmen ateşkese sadık kalması sarayın savaş hamlesini boşa çıkardı.
Ya ayaklar baş olursa?
2013’de Gezi’de ilk yenilgiyi tadan Erdoğan, ikinci yenilginin eşikte olduğunu sezmiş ve savaşı başlatmıştı. Yıllarca kendi siyasi geleceği için Kürt halkının özgürlük ve Türkiye halklarının barış özlemlerini istismar ederek halkları oyalayan ve bunları oya tahvil etmeye çalışan Erdoğan, bu işin mimarı benim, gerekirse bu yolda zehir de içerim, diyerek savunduğu çözüm sürecini, kendi iktidarının devamı için bir anda sona erdirdi.
Çatışmasızlık hali, Türkiye’nin yakıcı sorunlarının daha kolay tartışılmasını, tepkilerin daha rahat ortaya konmasını sağlamış, topluma nefes aldırmıştı. Gezi, bu ortamda ortaya çıktı. Gezi’nin Lice’yi sahiplenmesi halklar arasında köprülerin kurulması için önemli bir adımdı. Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyası bu ortamda ses getirdi ve nihayet HDP bu çatışmasızlık durumu sayesinde barışı daha rahat savunabildi, farklılıkları ve yurttaşlık haklarını anlatabildi ve birlikte yaşam projesini kitlelere duyurabildi. HDP, ülkede, ezilenlerin sesi oldu. Farklı bir yaşamın olabileceği, farklı bir seçeneğe sahip olduklarını düşünmek kitlelerde yeni bir umut doğurdu. Uzun yıllardan sonra sol yeniden gündem olabildi. HDP, Kürtlerle Türkleri, Ermenileri, Arap ve Süryanileri, tüm milliyetleri, her dinden ve mezhepten insanı birbirinden ayırt etmeksizin bir araya getirdi. Sosyalist sol, dindar muhafazakar kitleyle temas kurmak gibi çok önemli bir fırsatı HDP sayesinde kolaylıkla sağladı.
Silahların susmasının, egemenler ve hele Erdoğan için nelere mal olduğu şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu? Ezilenlere umut olan bu gelişmeler, egemenleri rahatsız etti. Peki, ya bu “ayak takımı” daha da fazlasını isterse? Kültürel talepleri, ekonomik talepler ve daha sonra demokratik ve siyasi talepler izlerse… Yani bu gidişe karşı bir dur, durak olmalıydı. Yıllarca birbirine düşman ederek, kırdırmaya çalıştıkları halklar yan yana gelmeye başlamışlardı. Türkiye egemen sınıflarının en çok korktuğu da buydu. Toplum üzerinde kurulan baskı mekanizmaları gevşetilirse, bir daha kontrol edilemeyeceği, iktidarın yitirileceği korkusu. Onun için bu toplumu hep bir korku histerisi içinde tutmaya çalışırlar. Bu kimi zaman komünizm oldu, kimi zaman bölücülük veya irtica. Toplum hep korku ve nefretle birbirine düşman edilmeye çalışıldı. Şimdi yeniden MHP’nin de desteğiyle Kürtlere ve sola karşı yeni bir düşmanlık dalgası yükseltilmek isteniyor. Halkın gücünün, onun birliğinden geldiğini biliyor ve bunu engellemeye çalışıyorlar. HDP’ye duyulan nefretin bir nedeni de budur.
Rojava’nın Önemi
Kürtlere karşı yeniden başlatılan düşmanlığın bir nedeni de Rojava Kantonları’ndaki gelişmeler. PYD’nin önderliğindeki güçlerin Kobani’den sonra Tel Abyad’da IŞİD’e karşı kazandığı zaferden tedirgin olan Türkiye Cumhuriyeti, yine Kürt nöbetine tutuldu! Kürtlere kendi devletlerini kurma hakkını tanımayacağını yıllardır söyleyegelen Türkiye, Suriye’de bir Kürt devleti kurulacağı iddiasına sarılarak, savaş politikalarına yöneldi. PYD, istediği kadar bağımsızlık değil, demokratik bir Suriye içinde Kantonların özerkliğini istediklerini, Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini söyleye dursun. Türkiye için fark etmiyor. Özellikle de içerde savaş halinin yaratacağı bir ortama ihtiyaç varsa. İktidar hırsı ve kaybetme korkusu içindeki Erdoğan’ın talepleri ile doksan yıllık devlet aklının refleksleri Kürt sorununda bir kez daha örtüştü. Buna bir de ABD’nin Ortadoğu’daki güvenlik talepleri eklenince TSK’nın harekete geçmesi gecikmedi. Bu durum, AKP’nin başlattığı ve halen devam eden savaşta belli bir mutabakat olduğunu düşündürüyor. Yurt dışından gelen uyarılar olsa olsa bu gidişe bir ayar vermek ve aşırıya kaçılıp kontrolden çıkmasını engellemeye dönük olabilir.
Saldırıların Hedefi Tüm Demokratik Güçler
Ülkeyi ateşe vermeyi hedefleyen saldırıların işareti, Suruç’ta SGDF üyesi gençlere yönelik katliamla verilmiş oldu. CHP ve HDP’nin 'ulusal yas ilan edilmeli' çağrılarına devlet, Kandil’i bombalayarak cevap verdi. Aynı gün birçok ilde devrimcilere ve Kürt yurtseverlerine dönük operasyonlara başlandı. Bu operasyonlar, başlangıçta IŞİD’e, teröre karşı savaş görüntüsü altında başlamıştı. Bir süre sonra böyle bir gerekçeye de ihtiyaç duymaksızın pervazsıza açıktan halka kurşun sıkmaya, silahsız insanları vurmaya başladılar. Dikkat edilirse hedef sadece Kürt Siyasi Hareketi değildir. Düzene muhalif olabilecek tüm potansiyel güçler, HDK içindeki tüm güçler, son seçimlerde HDP ile birlikte olanlar, ona destek olan tüm demokratik güçler hedeftedir. Son bir hafta içinde üç ayrı Alevi örgüt liderinin silahlı saldırıya uğraması, Alevi yurttaşların evlerinin işaretlenmeye devam ediliyor olması, nasıl bir savaş istendiğinin göstergeleridir. Çok kapsamlı bir planın yürürlüğe konulduğu anlaşılıyor.
Savaş Blokuna Karşı Barış Bloku
Saldırıların başlaması karşısında demokratik güçlerin süratle bir Barış Bloku örmeye çalışması ve bunu eylemlerle duyurması yerinde bir hamle oldu. Çatışmasızlık haline dönerek, diyalog yollarının açılması ve savaşı başlatanların deşifre edilmesi gerekiyor. AKP gericiliğinin iktidarda kalarak uzun süreli planlarını hayata geçirmek için gençlerimizi “feda etmekten” geri durmadığını halka anlatmamız gerekiyor. Kürtlerin ısrarla, “savaş değil, eşit ve özgür yurttaşlar olarak birlikte yaşamak istiyoruz, sorunun çözümü silahta değil, diyalogda” diyen seslerinin duyulması için dayanışma içinde olmamız gerekiyor. Savaşı dayatanlara karşı ısrarla barıştan yana olduğumuzu göstermeli, mücadeleyi bu temelde militanca geliştirmenin yol ve yöntemlerini bulmalıyız.
Gezi’de keyfiliğe, yağmaya ve yaşam biçimimize müdahale eden zorbalığa karşı ayağa kalkan milyonlar, her türlü ön yargıyı, yerleşik değerlerini bir kenara koyarak mücadele içinde bir cephe oluşturdular. Halkın birleşik mücadelesinden korkuya kapılanlar ilk şaşkınlıklarının ardından, bildikleri dille, polis şiddeti, gözaltı ve tutuklama saldırısı ile karşılık verdiler. AKP son iki yıldır savaş için kendi cephesini tahkim edecek tedbirleri durmaksızın alıyor. Yargıyı, polisi ve ordu komuta kademesini kendine uygun biçime getirmeye gayret ederken, İç Güvenlik Yasası ile sürekli bir sıkıyönetim hali yaratmaya çalışıyor. İktidarını yitirmemek için her şeyi göze alabilen bir güçle karşı karşıya olduğumuz bilinciyle hareket etmek zorundayız. Talebimiz sadece silahların susması değil, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun başına bela olan bu hükümetten de kurtulmak, Türkiye’de halklar arasındaki kardeşliğin gelişmesini sağlayacak, özgürlük ve demokrasi taleplerini karşılayabilecek demokratik bir iktidarın kurulmasını sağlamak olmalıdır. Bu topraklarda, bunu gerçekleştirebilecek şartların, güç ve yeteneğin olmadığı iddia edilebilir mi?
Bu konuda yazmaya ve tartışmaya devam edeceğiz.
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Shakespeare'in Kralları'ndan Bugüne...
10 Şubat 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019AKP Yönetiminde; Sosyal Devletten, Köleci Devlete
23 Eylül 2018Rejim son eşiği de döndü, diktaya Karşı yeni bir mücadele programı kaçınılmaz
4 Temmuz 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Umut içimizde saklı
2 Ocak 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Şimdi Karar Verme Zamanı!
15 Aralık 2016Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Gülay'ın ardından..
27 Kasım 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015