Hakkında hırsızlık iddiası olan, savaş kışkırtıcılığından dolayı uluslararası mahkemelerde yargılanması istenen, halkı birbirine kırdırabilecek şekilde nefret dili kullanan ve sıklıkla yalan söylediği belgelenmiş birini bu halkın oylarıyla “başkan” seçtirecekler!
Ne hayatlarımız, ne de ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği, bir muktedirin ihtiraslarına kurban edilecek kadar değersizdir.
“Ya başkanlık, ya kaos” diyerek, 7 Haziran seçimlerini geçersiz kılanların ne kastettiklerini hergün yeniden öğreniyoruz.
O tarihten bu yana sadece ülkenin değişik yerlerinde patlayan bombalarda yaşamını yitirenlerin sayısı dörtyüz kişiye ulaştı. Artık az sayıda ölümle sonuçlanan haberlerin iç sayfalarda dar sütunlara düştüğünün, toplumun patlamaları, ölümleri kanıksar hale geldiğinin farkında mısınız?
Neredeyse hergün onlarca insanımız ölür oldu... Dağlarda ölü “ele geçirilen”ler, şehirlerde yakılanlar, dumandan boğulanlar, enkaz altında kalanlar, “kör kurşun”lara kurban edilenler ve patlayan bombalarla yaşamını yitirenler... hayalleriyle, anılarıyla ve onları binbir emekle büyütmüş anaların ve sevenlerinin gözyaşları ile toprağa düşen binlerce can..
5 Haziran’da Diyarbakır’da patlayan bombadan bu yana sayıları binlerle ifade edilen ölümlerin sorumlusu kimdir? Başkanlık olmazsa alışmak zorunda olduğumuzu söyledikleri bu kaos dedikleri ortamın sorumlusu sanki bir başka iktidar ! Bilmeyen birisi de sanır ki, başkanlığın kabulü halinde bu yönetim değişecek.
Mart ayında Ankara’da 34 yurttaşın hayatını kaybettiği patlama sonrasında Abdülkadir Selvi, Yeni Şafak Gazetesinde, “Terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor” diye yazmıştı. Şiddetle reddettiğimiz, kabul edemeyeceğimiz birçok şey gibi ölümlere de alışmamız isteniyor. Ölenler nasılsa şehit oluyor ya !
Türkiye’de yeni bir rejim kuruluyor. Bu rejim kurulurken, kadın cinayetlerini töremizde var; iş cinayetlerini, bu işin fıtratında var; çocuk istismarını, münferit olaylardır, diyerek geçiştirmemiz ve bunlara da alışmamız isteniyor.
****
Faşizm, kendi cephesini güçlendirme yönünde önemli bir yol kat etmiş durumda. Ahlaka ve vicdana sığmayan her türlü uygulamayı meşru kılma gayretini sürdürüyor. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlattığı kendi darbesi ile devlet yönetiminde her gün anayasayı ve yasaları ihlal eden, devlet yönetimindeki teamülleri yerle bir eden ve milli irade sözünü diline pelesenk etmiş olan iktidar, meclisin üçüncü büyük partisini yasa dışı ve hain ilan etmiş durumda. HDP’den sonra sıranın CHP’ye gelmekte olduğu düşüncesi, bir süredir iddia olmaktan çıkarak, her gün yeni olaylarla yaygın bir kanaat haline gelmektedir. 15 Temmuz’dan sonra devlet, tümüyle tek bir kişinin, RTE’nin inisiyatifinde kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile Saray’dan idare edilir hale gelmiştir. Parlemento, artık sadece 15 Temmuz gecesi uğradığı saldırıda gördüğü hasarın, yabancı konuklara teşhir edildiği bir yer konumuna getirilmiştir.
Herkesin gördüğü ama birçok kişinin açıklıkla söylemekten kaçındığı gerçek şudur ki; cumhuriyet ve onun parlementosunun tasfiyesinde son noktaya gelinmiştir. Yapılanlar, yürürlükteki anayasa ve yasalara göre açıkça bir suçtur ve devlet yetkilerini eline geçirmiş bir azınlık, toplumun kalanını baskı, şiddet, satın alma, tehdit ve korkutma yoluyla teslim almaya çalışmaktadır. Partili Cumhurbaşkanlığı adı altında MHP desteği ile parlamentoya getirilen teklifin referanduma sunulması ve kabulü halinde Türkiye Cumhuriyeti artık tek kişi eliyle yürütülen yeni bir devlet halini alacaktır. Hazırlanmış olan anayasa değişiklik paketinin gösterdiği budur.
Devlet düzeni bozulmuş, ordusundan emniyet güçlerine, istihbarat örgütlerine kadar içeriden ele geçirilmeye müsait, zafiyet içinde olan ve çeşitli istihbarat ve terör örgütlerinin rahatlıkla operasyonlar düzenleyebildiği bir ülkeden söz ediyoruz. Vergilerimizle var olan, uğrunda evlatlarımızı yitirdiğimiz yurdumuzdan. Beşiktaş'taki saldırıda evladını yitiren baba feryat ediyor “ hayır, şehit olsun istemiyorum!” Bunun anlamı; “senin başkanlığın için evlatlarımızı kaybetmek istemiyoruz” dan başka nedir ki?
Ve bu sonucun sorumluluğunu taşıyan on dört yıllık iktidarın baş sorumlusu, sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, şimdi her şeyin kendi ellerine teslim edilmesini istiyor. Ve üstelik her türlü yasama ve yargı denetiminden bağımsız olabileceği bir düzenleme ile.. Yani milletvekillerini kendi belirleyip halka “sözde” seçtirecek. Bakanları kendi seçecek. Yargıda tüm atama ve sicil işlemlerini yapan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun neredeyse tüm üyelerini doğrudan ve dolaylı olarak kendisi belirleyecek. Üniversite rektörlerinin seçimini KHK ile zaten kendi yetkisine almıştı.. Bu düzene bir de ad bulmuşlar; Türk tipi başkanlık sistemi.. yani bildiğimiz faşizm..
Böyle bir ülkede adaletten söz edilebilir mi? Adaletin olmadığı yerde özgürlükten, güvenlikten söz edilebilir mi?
Artık hiç kimse güvende değildir!
5 Haziran’da HDP Diyarbakır mitinginde bomba patladığında belki, HDP’li değilim, bana birşey olmaz dedi kimimiz.. 10 Ekim’de Gar katliamını duyanlar, ben zaten mitinglere gitmem diyerek kendini güvende hissetmiş olabilir... kim bilir, Cizre, Sur yerle bir edilirken, oralar bana çok ırak, buraya kadar gelmez bu şiddet dedi bazıları..
Ama işte görüyoruz ki, ölüm artık her yerde..
Biz bu yola kefenle çıktık diyen, sürekli kana kan intikam çığlıkları atan, iktidarı ölümüne isteyen biriyle karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım.. Böylesi ihtiraslar ne kendine ne de bu millete hayır getirir..
Ne hayatlarımız, ne de ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği, bir muktedirin ihtiraslarına kurban edilecek kadar değersizdir.
Şimdi karar verme zamanı... Kısa bir süre sonra hakkında hırsızlık iddiası olan, savaş kışkırtıcılığından dolayı uluslararası mahkemelerde yargılanması istenen, halkı birbirine kırdırabilecek şekilde nefret dili kullanan ve sıklıkla yalan söylediği belgelenmiş birini bu halkın oylarıyla “başkan” seçtirecekler!
Tüm farklılıklarımızı yok sayarak, tek millet, tek din ve mezhep esasına dayalı bir diktatörlüğün kurulmasına seyirci mi kalacağız? Yoksa, farklılıklarımıza saygı gösterecek ve barış içinde bir arada yaşamı savunan, laik ve demokratik yeni bir cumhuriyetin kuruluşu için mücadele mi edeceğiz?.
Unutmayalım ki, zamanımız çok fazla değil.. Ve şimdi bu gidişi durduramazsak, yıllar sonra ödememiz gereken bedel, bugünkünden çok daha fazla olacaktır.
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Shakespeare'in Kralları'ndan Bugüne...
10 Şubat 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019AKP Yönetiminde; Sosyal Devletten, Köleci Devlete
23 Eylül 2018Rejim son eşiği de döndü, diktaya Karşı yeni bir mücadele programı kaçınılmaz
4 Temmuz 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Umut içimizde saklı
2 Ocak 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Gülay'ın ardından..
27 Kasım 2015Silahların susması yetmez, Türkiye ve Ortadoğu’nun başına bela bu iktidardan da kurtulmalıyız…
11 Ağustos 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015