Umutsuz yaşamak mümkün mü ? En zor anlarda bile insanın direncini diri tutan, onu ayağa kaldıran, daha iyiye daha güzele olana ulaşma arzusu ve umudu değil mi?
Politeze yazı yazmayalı oldukça uzun bir zaman geçti. Böyle bir aradan sonra yılın son gününde klavyenin başına geçince, ister istemez ilk akla gelen şey, yakın geçmişin bir muhasebesini yapmak ve geleceğe ilişkin düşünceleri paylaşmak oluyor. İçimizde büyüttüğümüz güzel şeyleri paylaşma düşüncesi nedense özellikle böyle özel günlere aitmiş gibi davranırız. Oysa insanlar, her gününü, her anını böyle bir coşkuyla yaşayabilse, herhalde yaşamımız daha farklı olurdu.
Yeni bir yıla girerken iyi dileklerde bulunmak sadece adet olsun türünden bir davranış olmasa gerek. Noel kutlamasının takvimde yeni yılın öncesinde yapıldığı biliniyor olsa da, Hıristiyanlara ait bir gün diyerek yok sayılmaya çalışılsa da yılbaşı, bütün dünyada, çok değişik inanç ve kültürel değerlere sahip insanların daha iyi bir yaşam dileğiyle yan yana gelip, şarkılar söyleyip, dans ettikleri ve elbette çoğu mutlu anlarında yaptıkları gibi yemek yiyerek ve çoğunlukla da içki içerek kutladıkları bir gün. Yeni güne, yeni yıla taze bir başlangıç yapma isteği anlaşılamaz bir istek değil. Hele ki, insanlık bu kadar sefalet ve yoksulluk içindeyken, dünyanın birçok bölgesinde savaşlar yaşanırken, barış ve sevgiyle kucaklaşmak ve hayata yeni bir başlangıç yapma isteği çok anlaşılır bir şey.
Umutsuz yaşamak mümkün mü ? En zor anlarda bile insanın direncini diri tutan, onu ayağa kaldıran, daha iyiye daha güzele olana ulaşma arzusu ve umudu değil mi? Ne var ki, ülkemde insanların giderek daha karamsar duygular içinde yaşadığına tanık oluyorum. Muhtemelen sizler de benzer gözlemlere sahip oluyor, benzer şikayetlere tanık oluyorsunuzdur. Ve belki de o en karamsarlardan birisi de sizsiniz. Haksız da değilsiniz. Geçen yıl, benzer duygularla evlerimizde sokaklarda neşe içinde yeni yılı karşılamışken bir katliam haberiyle sarsılmıştık. Oysa ki, zaten hemen yanı başımızda, Irak’ta, Suriye’de neredeyse son on yılda her gün onlarca insan benzer biçimde hayatını kaybediyordu. Çok değil, 2015 yılının yaz aylarında başlayarak tırmanan saldırılarda kentlerimizde, her gün işe gitmek için beklediğimiz duraklarda, dolaştığımız meydanlarda patlayan bombalarla biz de yüzlerce dostumuzu, arkadaşımızı yitirmedik mi? Dahası, bu ülkenin kentlerinde bodrumlarda kıstırılmış onlarca insan diri diri yakılmadı mı, ölü bedenleri günlerce öyle sokak ortalarında kaldırılmayı beklemedi mi? Peki biz geçtiğimiz yıl başında niye o kadar sarsıldık ? Bunu yeterince düşündük mü ?
Cinayetlerin hemen kapımıza, yanı başımıza, hem de en rahat ve kendimizi en mutlu hissettiğimiz anda böyle aniden ekranlardan evlerimize girerek bizi sarsmış olmasının bir anlamı olmalıydı. Ve en önemlisi de bunun sonucunda her birimizin, bu kentin insanlarının yaşamında bir şeyleri değiştirmiş olması gerekmez miydi? Yaygın karamsarlığın bir nedeni de bunlar üzerine yeterince düşünmemiş olmamız olabilir mi?
Sadece o gece baskını değil, daha neler yaşadık bu bir yıl içinde… Ülkenin geleceğini belirleyecek köklü bir siyasi değişikliği konu alan bir referandum sonucunda artık daha fazla sayıda yurttaş, bir parlamentoya sahip olunmadığını düşünüyor. Evet, meclis hala toplanıyor ve üstelik muhalefet milletvekillerinin de tamamı cezaevine konmadı henüz (!) ama yasama görevini yerine getiremiyorsa, bir parlamentodan söz etmek mümkün olabilir mi? Hile ve hırsızlıkla kazanılmış bir başkanlık sistemi var artık ülkemizde. "Hayır" demiş iki milyonu aşkın oyun çalındığı bal gibi ortada ve biz buna karşı birbirimize şikayet etmekten başka birşey yapmadık/yapamadık. Karamsarlığımızın bir sebebi de hırsızlığın olabileceğini bildiğimiz halde buna karşı yeterli tedbirleri almadığımız/alamayacağımız ve olduğunda da gereken tepkiyi göstermemiş olmamız olabilir mi?
Sİz de tanık oluyor ve kendinize şunu söylüyorsunuzdur; Herşey daha da kötüye gidiyor. Şimdi bunların neler olduğunu sıralamayacağım, zaten hepsini ayrı ayrı birlikte yaşıyor ve görüyoruz. İçinde bulunduğumuz bu durumun nedeninin bu toplumsal düzen ve bu kadar ağır yaşmamızın sebebinin de onun siyasi iktidarı olduğunu bilsek de, buna razı olan ve bunu değiştirme gücünü elinde tutan yurttaşlar olarak hiç mi sorumluluğumuz yok ? Bu kötüye gidişin sebebi büyük bir çoğunluğun bunu izliyor ve değiştirecek bir adımı atmıyor olması değil mi? Karamsarlığı arttıran nedenlerden biri de bu değil mi?
Halkın, açlıkla ve işsizlikle esir alındığı, baskı ve terörle yıldırılıp korkutulduğu bir ortamda bu gerçekliği halka anlatabilecek ve bu durumdan çıkış yollarını topluma gösterebilecek olanlar bu toplumun bilim insanları, aydınları, sanatçıları ve devrimci güçleridir. Ancak bunlar, tarihsel sorumluluklarını yerine getirecek yeterlilikte değillerse esas felaket budur ve şu anda yaşanan karamsarlığın en büyük nedeni de bu olsa gerek.
Yaşama olan umudunu yitiren, hayattan bir beklentisi kalmayan insanlar süratle yaşlanır ve bunun sonununda bir depresyona girenler intihar etmeye kadar gidebilir. Tek tek bireyler gibi, aynı duruma düşen toplumlar da aynı yazgıyı paylaşırlar. Bir toplum için olabilecek en büyük felaket, geleceğe olan umudunu yitirmesi olabilir. Onun güvendiği kişi ve kurumların, tarihsel görevlerini yerine getiremeyişi, beklentileri boşa çıkarması ve sonuçta birer birer gözden düşmesi, toplumda yaygın bir karamsarlık duygusuna neden olur, tıpkı şu anda yaşandığı gibi.
Cesaret ve korkunun bulaşıcı olduğu sıkça tekrarlanır oldu. Her yerde durum tesbitleri yapılıyor. Tespit etmek karar vermenin ilk adımıdır. Peki, ya sonrası ? Sonrası, karar vermek ve eylemektir. Eksik kalan da işte bu kararlılıktır. Siyaseten yapılan durum tesbitlerinden birisi de şudur; Ojektif(nesnel) koşullar var ama subjektif (öznel) koşullar yok. Yok denilen şey, örgütlülüktür. Örgüt denilen şey ise öncelikle bir irade işidir. Hangi düzeyde olursa olsun, bir okul, işyeri, mahalle, kent ya da ülke, örgütlenmek için öncelikle, durumun tespitinde ve onun çözüm yollarında anlaşmış bireylerin ortak iradesi gerekir. Herkesin malumu olan bu adımı atmak için samimi yaklaşımlar ve ısrarlı, sonuç almaya dönük bir tartışma ortamı gerekiyor. Konu, daha geniş bir açıklama gerektiriyor ancak bu yazının konusunu aşacağı için bu kadarı ile yetinelim.
Şimdi yeni bir yılı karşılamaya hazırlanırken, ben de kendime şu soruyu soruyorum; 2017 yılında dünyada ve ülkede bu kadar olay yaşanırken ve bunların tamamı benim hayatımı tümden değiştirebilecekken ben ne yaptım ve bundan sonra ne yapmalıyım, ne yapacağım? Bu soruları sıklıkla kendimize sormak ve yanıtlarını birlikte aramak zorundayız. Tek başımıza yaptıklarımızın elbette bir anlamı var ama ancak birlikte düşünür ve yaparsak bunun bir önemi olabilecek.
Tarihin çarkı sürekli ileriye döndü ve insanlık her defasında içinde bulunduğu kötü zamanları geride bırakarak, yeni toplumsal biçimlere evrilerek bugüne ulaştı. Bugünün iletişim ve bilişim çağında değişimin şu anda aklımızın almayacağı bir hızla gelişebileceğini düşünmeliyiz. Uzun süren gericilik dönemlerinin içindeyken, bu durumun değişmeyeceği duygusu insanlara egemen olabilir. Zaten, egemenlerin tüm propagandaları da bunu sağlamaya dönüktür.
Yeni bir yıla girerken, karamsar olmak için çok neden var. Ama umutkar olmak için de çok nedenimiz var. Ve biliyoruz ki, bu umudu büyütecek olan önce biziz. Yani sen, ben, hemen yanıbaşımızdaki bir diğeri, yan komşumuz, sıra arkadaşımız, iş arkadaşımız. Yaşam hepimizin vaz geçilmez hakkıysa, barış içinde tüm güzellikleri ve zenginlikleri hakça paylaşacağımız özgür bir dünya istiyorsak, buna kim karşı durabilir ? Kim bunlara açıkça hayır diyebiliyor? Sadece kendi bencil hırs ve çıkarlarını örtbas etmek için bizleri yıkıcı, terörist, vatan haini gibi sıfatlarla karalamaya çalışıyorlar.
Evet, umudu büyütebiliriz. Bu toprakların insanları tarih boyunca bunun sayısız örneğini yaşadı. Kimse ben ne yapabilirim ki, diye düşünmemeli. Umutmayalım ki, her büyük kalkışmanın öncesinde tek bir insanın ayağa kalkması vardır.
Umut içimizde saklı...
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Shakespeare'in Kralları'ndan Bugüne...
10 Şubat 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019AKP Yönetiminde; Sosyal Devletten, Köleci Devlete
23 Eylül 2018Rejim son eşiği de döndü, diktaya Karşı yeni bir mücadele programı kaçınılmaz
4 Temmuz 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Şimdi Karar Verme Zamanı!
15 Aralık 2016Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Gülay'ın ardından..
27 Kasım 2015Silahların susması yetmez, Türkiye ve Ortadoğu’nun başına bela bu iktidardan da kurtulmalıyız…
11 Ağustos 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015