Kritik bir eşikten geçiyoruz. Egemen güç, ya Türkiye’nin demokrasiye dönük iki yüzyıllık deneyimlerini kesintiye uğratacak ya da toplum, içine hapsedildiği cendereyi patlatarak özgürlükçü bir paradigmanın ufkuna açılan olanaklı alternatifleri yeşerten bir ortam doğuracak..
İslamcı-türkçü ittifakın 24 haziran seçimlerini, ister az bir farkla kaybetmesi, ister hile ve zorla -ama bir Pirus zaferi olarak- kazanması ikinci yolu koşullayacaktır.
Bu nedenle, yaşanan siyasal-toplumsal süreci, şu veya bu partinin, muhalefetin veya iktidarın güncel ya da konjonktürel söylem ve tutumlarına göre analiz etmek, buradan bir sonuca varmak bizi sığlıktan kurtarmaz.. Böyle kritik bir eşikte, hergün değişkenlik gösteren ittifak tartışmalarına girmeden, sürecin anlamını ve doğrultusunu teorik olarak ifade etmek, sağlıklı düşünmemize yarıyacaktır.
16 Nisan referandumu devletin biçimini değiştirmek ve yönetme biçiminin ne olacağna karar vermek için dayatılmıştı. 24 haziran seçimleri ise verilen kararı hayata geçirmek anlamı taşıyor..
Yani konumuz devlet..
DEVLET-DEMOKRASİ VE DİKTATÖRLÜK
Devletin görece özerkliği, devleti elinde bulunduran egemen sınıfla, bu sınıfın egemenlik altına aldığı emekçi sınıflar arasındaki nispi dengeden türetilen bir kavramdır. Bu özerkilik, demokrasi mücadelesinin genişlediği, bir kitle demokrasisi şeklinde göründüğü koşullarda artar. Devlet sanki sınıflar üstü, her kesime eşit mesafede duran bir yapı gibi görünür; bu nedenle de burjuva ideologlarınca ‘’yansız hakem’’ olarak nitelenir. Aslında egemen sınıfın hakimiyetinin, sömürü oranının görece sınırlanması, bölüşüm ilişkilerinin daha adil olması ile görünürlükten uzaklaşmasıdır sözkonusu olan. Bir başka deyişle, burjuva devletinde, yürütme erki ne kadar sınırlandırılmış ve geniş bir denetim ağıyla sarılmış olursa, halkın, emekçilerin hak ve özgürlükleri de o denli genişler. Bu da devletin sınıf aidiyetini flulaştırır..
Burjuva demokrasisi dediğimiz şey işte bu özerklik koşulu ile mümkün olabiliyor. Ve kuvvetler ayrılığı ilkesi de bu özerkiliğin ve dolayısıyla demokrasinin koşuludur.*
Demokrasiden diktatörlüğe doğru giden süreçte, yürütme erki bütün sınırlamalardan ve denetim ağlarından kurtulmakla kalmaz; devlet, burjuva sınıfının veya sermaye sınıfının bütün fraksiyonlarının kollektif yönetme ve hakim olma aygıtı olma vasıfını da yitirmiş olur. Belirli bir zümrenin, oligarşik bir çetenin elinde yogunlaşır. Bu yoğunlaşma sürecinde sermaye de ekonomi-dışı zor yöntemleri ile devlet aygıtlarını kullanarak el değiştirir. (TMSF'nin elinde bulunan devletin el koyduğu firmaların aktiflerinin toplamı 16 milyar dolardır)
Sonuçta devletin aynı zamanda, ordu-polis-yargı-hapishanede somutlaşan şiddet tekeli bütünüyle bu oligarşik çetenin eline geçer.
Bugün Türkiye’de yaşanan sürecin teorik ifadesi budur. Sürecin şimdiki aşaması, bu oligarşik zümreye ulusal ve uluslararası düzeyde yasallık kazandırmaktır. Bu yüzden biçimsel (parlamenter) demokrasinin bütün gelenek ve ilkelerini yıkan bir süreçtir. Onlar için seçimler iktidarın olağan değişmesinin bir aracı olarak değil, her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmanın ve diktatörlüğü resmileştirmenin bir aracıdır. Süreç adeta Hitler ve nazi partisinin iktidarı gaspetme süreci gibi ilerliyor.
İlave etmek gerekir ki, egemen sınıfların güç dengeleri, sınıflar mücadelesinin ve halkın bilinç düzeyi yanısıra devletin kapsadığı coğrafyanın jeopolitik yapısı da devlet biçiminin (yönetim tarzının) belirlenmesinde rol oynar. Bu itibarla, sermayenin hakim fraksiyonunun ve onun siyasal temsilcilerinin (AKP-MHP ittifakı) Ortadoğu’da süregiden bölgesel rekabette rol kapma ve Afrika’da hegemonya ve nüfüz alanı elde etme, özellikle Suriye ve Irak’ta sömürgeci emellerini gerçekleştirme pratikleri şu anda devletin biçiminin dönüştürülmesinde rol oynamaktadır. İşaretleri beliren iktisadi krizin de süreci hızlandırıcı bir rol oynadığı ‘’baskın seçim’’ kararıyla görülüyor.
Öte yandan devletin yönetim tarzının değişmesi, iki yüzyıllık bir geçmişe dayanan modernleşme trendinin kırlması anlamına gelmektedir. Aydınlanmacı dünya görüşünden koparak yeniden Osmanlı’nın ümmet-millet anlayışına dönülmektedir.
24 haziran seçimleri ya bu kopuşun miladı olacak, ya da ..
ESKİ REJİM VE DEMOKRATİK CUMHURİYET
Bu sürecin mantığı açısından şu anda hiç bir parti, önceki koşullarda olduğu gibi değildir. Devletin oligarşik zümrenin elinde tekelleşmesi, sermayenin yine bu zümrenin dayandığı fraksiyonun elinde yoğunlaşması, bir dışlanma sürecidir aynı zamanda. Kapitalist düzene temelden itirazı olmayan partiler, bu dışlanmışlığı görece siyasi konum ve mücadelelerine yansıtır. Genel olarak muhalefet partileri burjuva demokrasisinden yana bir tutum içinde konumlandılar. Bir islamcı parti olan Saadet bile politik tutumunu kuvvetler ayrılığı ilkesi üzerinden belirliyor. Ama CHP dahil hepsi eski biçimiyle parlamenter demokrasinin iadesini esas alan bir siyasal tutum içindeler.
Oysa bu demokrasi esasında topal bir demokrasiydi. Krize girmesinin ve bugünkü siyasal rejimin (ve siyasal islamın) bu krizden nemalanarak gelişmesinin nedeni de buydu. Çünkü ulusların kaderini tayin etme hakkı bir burjuva demokrat haktır ve eski düzen bu hakkın inkarına dayanıyordu. 1961 anayasası ile kurulan parlamenter demokrasi, 1924 anayasası ile tekçi bir ulus-devlet olarak şekillenen 1. Cumhuriyetin mirasını aynen devralmıştı.. Öte yandan, yine de Türkiye siyasal tarihinde en demokratik anayasa olan 61 anayasası da 12 eylül faşizmi tarafından ilga edilmişti. Örneğin iki meclisli yapının senato ayağı lağvedilmşti. Kısacası, muhalefetin dilindeki parlamenter sistem, darbeler tarafından budanmış, otoriter bir demokrasi..
Bu nedenle, kürt hareketinin ve sosyalistlerin üzerinde zimnen anlaştıkları demokratik cumhuriyet talebi bu aşamada daha yakıcı hale gelmiştir. Özellikle Afrin işgalinden sonra, bölge çapında kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’de demokratik bir cumhuriyetin varlığını gerektirdiği ortaya çıkmıştır. Bu itibarla, HDP’nin 2014 Cumhurbaşkanlığı ve 7 haziran 2015 seçimlerinde yürüttüğü türkiyelilileşme politikası şimdi daha da önemli hale gelmiştir.
O halde, sosyalistler ve kürt hareketi, ittifaklara bu noktadan bakmak (çubuğu bu yöne bükmek) durumundadır. Çünkü, eğer seçimlerde faşist cephe yenilgiye uğratılırsa, en azından Türkiyenin siyasal düzeninin yeniden kuruluşu gündeme gelecektir.. Sosyalistler eğer düzen sınırlarını aşmayan bir mualif güç olarak kalmayacaklarsa, bu yeniden kuruluş için kendi alternatiflerini geliştirmek zorundarılar.
Ama bu eski rejimin iadesini isteyenlerle fiili ya da zımni bir ittifak içine girmekten kaçınmayı gerektirmiyor. Sonuçta en kötü biçimiyle de olsa demokrasiden yanadırlar. Dolaysıyla, siyasi kadroların geçmişi (özellikle İyi Parti söz konusu olduğunda) bu an için öncelikli bir kriter değildir.
Kriter faşizmi geriletmek ve yok etmektir..
SEÇİMLER VE OLASILIKLAR
Peki, bu çerçevede izlenecek yol nedir?
Bunun için seçimin ortaya koyacağı olasılıkları düşünelim.
1. Otokratik bir yönetim, yani açık bir faşist diktatörlük kurmakta kararlı bir oligarşik çete, her ne pahasına olursa olsun bu seçimleri almak amacındadır. Bütün taktik manevraları buna yöneliktir. Sandıkta kaybedeceklerini anladıklarında iç-savaşı göze alabilirler. bu durumda iç savaş ihtimaline karşı muhalefet blokunun alarme edilmesi, keza örgütlenmesi gerekir. Bu çerçevede, CHP’nin önerdiği ‘seçim güvenliği ittifakı’nın üzerine gitmek gerekir.. Böylesi ittifaklar, başka süreçlerin de hazırlayıcısı olabilir.
2.İç savaşı göze alamadılar ve her türlü hileye rağmen bu seçimlerin muhalefet blokunca kazanıldığını varsayalım ki, bu mümkündür. Bu durumda da çatışmalı süreç devam edecektir. İç savaşı kendileri açısından elverişli kılma taktiklerini gündeme getireceklerdir. En başta iktidarı terk etmek istememe durumu sözkonusu olabilir. Erdoğan'ın buna hiç niyeti yok. Bıraktığı taktirde yargılanacağının bilincindedir. Sadece Erdoğan değil, iktidar kadroları ve bürokrasi de, mafyatik ilişkiler içinde gırtlaklarına kadar suça batmıştır. Dolayısıyla, referandumda nasıl son anda hileye başvurdularsa, yine YSK’yı kullanarak seçimleri iptal ettirebilirler. CHP’nin mühürsüz oyları gerekçe göstererek iptal girişimi gibi, bu kez kendi emirlerindeki YSK’dan, olmadı AYM’den böyle bir karar çıkartabilirler. Yani yeniligilerini önleyemediklerini anladıkları noktada seçimleri iptal edebilirler..
3.Seçimleri hileyle kazandılar diyelim. Güçlü olasılıklardan biri budur. Mühürsüz oylar kabul edilecektir. Yani hile baştan ilan edilmiş vaziyette. Çünkü alacakları oy bellidir. Bir sıçrama olmayacaktır. Olmayacaksa oran yüzde 47-48’i geçmez. Yani 16 nisan referandumunun bir benzeri.. Bu durumda da çetin bir mücadele söz konusudur.
4.En zayıf ihtimal seçimleri olaysız muhalefet blokunun kazanmasıdır..
İşte bütün bu ihtimalleri dikkate alan bir yol haritası çizmek zorundayız.
PAT DURUMU ve ALTERNTİFSİZLİK
Bu 4 olasılık bir başka durumu ortaya koyuyor. Bir pat durumunu.. Yani muhalefet bloku ile cumhur ittifakının oyları birbirine yakın.. Neredeyse toplumun bir yarısı öteki yarısına karşı konsolide olmuş durumda. Aileden devlete, eğitimden siyasete yaşamın bütün alanlarında tam bir kopuşma ve yol ayrımı var. Önümüzdeki seçimler bir hesaplaşma anının ilk etabı gibi görünüyor. Hesaplaşma barışçıl yöntemlerle mi yoksa zor ve şiddet yöntemleriyle mi olacak. Seçimler bu eğilimleri netleştirecek.
Pat durumunun bozulmamasının en büyük nedeni sağı ve solu ile, muhalefetin içinden bir alternatifin çıkmaması.. Yani bir türlü şah çekememesi. Sağın bu pat durumunu kıracak bir potansiyeli yok. Bu pat durumu, ancak soldan yükselen yeni bir siyasal program ve strateji ile kitlelerin seferber edilmesi ile kırılabilir.
Toplumu ileriye doğru geliştirmek ancak diğer alternatiflerle etkileşim içinde olabilecek, böylece kendini-yeniden üretebildiği ölçüde hegemonya kazanan bir model olarak sistem-dışı (anti-kapitalist karakterde) bir alternatif geliştirerek olur. Kısacası geçiş programına dayalı bir halk devrimi stratejisi geliştirerek. Bu çok yönlü bir mücadele ki, özellikle sosyalist solun içinde bulunduğu kendisini aynen-yeniden-üreten statükonun yıkılmasını da elzem kılıyor.
HDP ve SOL
Birinci soru şu.. Sosyalistler, demokratlar, ilericiler nerede nasıl mevzilenecekler? Buna verilecek cevap seçim boyutuyla, tartışmasız ve tereddütsüz HDP olmalıdır.. Tek tek nedenleri burada saymamıza gerek yok. HDP’nin barajı geçmesi garanti edilmelidir. HDP, içindeki siyasal öznelerden bağımsız olarak, ezilenlerin ve demokrasinin en ileri mevzisidir.
Seçimler iki boyutuyla da çok önemli. Hükümeti cumhurbaşkanı kuracak, yani başkanın belirleyici rolü var..Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda elbetteki HDP’nin adayı desteklenmelidir. Öte yandan parlamentoda muhalefetin çoğunluk sağlaması da önemli. HDP barajı geçemediği taktirde faşist cephe partisi AKP kürt illerindeki ikinci parti olarak fazladan 40 vekil çıkarır ve parlamentoda çoğunluğu sağlar. Ayrıca HDP’nin meclis içindeki muhalefeti yönlendirme ve etkileme rolü de çok önemli. Bu nedenle, HDP’nin milletvekili adaylarını belirlerken bir cephe siyaseti izleme zorunluluğu da kendiliğinden ortaya çıkıyor. En azından solun daha geniş kesimlerini kapsamalıdır.
Ama örgütlenme boyutuyla sosyalistler HDP’yi de kapsayan bir anti faşist cephe örgütlemelidir. Mahallelerden ulusal düzeye.. Bunun için mevcut örgütlenmeler var. HDK, Haziran Hareketi, Halk Evleri, ÖDP, EMEP, TİP.. Bunlar bir çatı kurmalıdır. Bu çatı yerel izdüşümlerini yaratmalıdır. Seçim güvenliği söz konusu olduğu için hemen harekete geçilmelidir. Mahalle meclisleri, ulusal meclis. Emek cephesi..
KURUCU MECLİS
Seçimlerin, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde asgari demokrasi ilkeleri üzerinde ortaklaşma sağlama koşuluyla muhalefet bloku tarafından kazanılması durumunda kurulacak koalisyon hükümeti ve parlamento çoğunluğu acil önlemler programı ile kendi görevini tanımlamalı bunları gerçekleştirdikten sonra demokratik bir seçime gitmelidir. Çünkü gerçek demokrasiyi inşa etmenin yolu, seçim barajlarının ortadan kaldrılması, oyu yüzde bir olan parti ve hareketlerin mecliste temsil edilmesi, siyasi partiler yasasının değiştirilerek lider sultasına son verilmesi, medya ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması, TRT’nin özerk bir kamu kuruluşuna dönüştürülmesi gibi en azından seçimlerin halkın iradesini yansıtacak tedbirlerin alınması ile açılabilir. Ancak bu koşullarda gerçekleştirilecek seçimle gelen meclis, kurucu bir irade olabilir.
Bu Kurucu Meclis, Türkiyenin yeni siyasal düzeninin temel sütünlarını dikebilir.. Yeni bir toplum sözleşmesini yapacak bir irade ve temsiliyete sahip olabilir. Yani eşitlikçi-demokratik bir cumhuriyetin temeli olarak demokratik bir anayasa yapabilir. Farklı bir yol da şudur: 24 haziran da seçilecek parlamento, demokratik bir anayasayı yapmak için, çözüm sürecindekine benzer bir yol izleyerek, akil insanlardan oluşan bir kurulun seçimini sağlayabilir. Bu, kurucu meclis niteliğinde bir senato olabilir. Ve ilerde belli aralıklarla seçimi tekrarlanabilir.
Elbetteki bu yolla Türkiye sadece 1961 Anayasası ile kurulan iki meclisli parlamenter demokrasiye dönmüş olur! Demokratik-sosyal bir cumhuriyet, emekçilerin ve ezilenlerin özgürlükllerini garanti altına alacak gerçek demokrasi, bütün Avrupa tarihinin gösterdiği gibi, geçiş programı ve kitlelerin seferberliğne dayalı bir halk devrimi ile mümkündür. Postmodern bir karşı-devrim süreciyle, ayarları, dengeleri, genetiği bozulmuş bir toplum ancak politik bir devrimle sağlığına kavuşabilir.
---------------------------------
* Görece özerkliğin bir başka nedeni ve koşulu, kapitalist üretim tarzının henüz gelişmekte olduğu, dolayısıyla kapitalist sınıf ve proletaryanın cılız olduğu bir toplumsal formasyondur. Bu koşullarda genellikle bürokrasi yönetici sınıf rolünü oynar.. Cumhuriyetin dönemindeki kemalist iktidar gibi..
Yazarın Dİğer Yazıları
Faşizm ve İç Savaş
30 Haziran 2022Devrimci durum ve Emek Cephesi
8 Kasım 2021Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
23 Eylül 2021Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
16 Ağustos 2021Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
13 Temmuz 2021Faşist MHP Kapatılmalıdır!
4 Temmuz 2021Finale Doğru
26 Nisan 2021Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019Diktatörlüğün Sonbaharı
24 Haziran 2018