Seçimleri, halkın enerjisini boşaltan, düzen partilerinin peşine takıp umutlarının tüketildiği süreçler olmaktan çıkarmanın tek yolu, iktidar hedefiyle öne atılmaktan geçiyor.
Seçimin üzerinden günler geçti. Olup bitenleri, görünenin arkasındaki gerçekliği anlayabilmemiz için yapmamız gerekenleri yapmıyoruz, yapamıyoruz. Çünkü yoğun bir biçimde salınan çarpıtılmış bilgi bombardımanı altındayız. Halkın bunların etkisi altına girmesi anlaşılır bir şey de kendilerini devrimci olarak tanımlayanlara ne diyeceğiz? Seçim gecesi, "çok önemli, hemen paylaşalım" türünden başlıklarla başlayan yazılar, İnce’nin tehditlerle susturulduğu, karısının kaçırıldığı vb. iddiaları içeriyordu. İnce hepsini ertesi gün yalanladı ama olsun, belli ki yine tehditlere boyun eğerek konuşuyordu ve benzeri iddialı yazılar.
Evet, İnce doğru zamanda seçmene gerçek durum hakkında bilgilerin ulaşmasını sağlayamamış ve erken saatlerde başlayan AKP- MHP kutlamaları karşısında kendisine umut bağlayan halkı eli kolu bağlı bırakmıştı. Ortaya atılan iddialar, sandıklar açılmadan açıklanan sonuçlar ve daha önceden yaşanmış hırsızlıklarla birlikte düşünüldüğünde halkın tepkisi, bu tür iddialara itibar etmesi anlaşılmaz bir durum değildi. Ayrıca burjuva siyasetçilere güvenilemeyeceğine ilişkin sayısız örneğe de sahiptik. Ancak bu tür haberlerin ısrarla servis edilmesi halinde durup düşünmek gerekmiyor mu?
Ne var ki, biz bunlarla uğraşıp dururken, yeni rejimin taşları döşenmeye, önce HDP'ye, ardından CHP'ye yönelik tehditler ardı ardına gelmeye başladı. Seçim gecesi yaratılan şaşkınlık, öfke ve çaresizlik duygusu ve şimdi de olası saldırılar karşısında hiçbir şey yapılamayacağı kaygısı ile tam bir teslimiyet hali yaratılmak istendi.
2013 Gezi ile başlayan kutuplaştırma politikasını destekleyen manipülasyon ve algı yönetimi her türlü piyasa bilgisi ve devlet imkanı ile desteklenerek artarak devam ediyor. Nasıl bir saldırı ile karşı karşıya olduğumuzu idrak edemeden bunlara karşı koymamız mümkün olamayacak. Süratle bu ruh halinden çıkmak gerekiyor. Sandıktan çıkan hiçbir sonuç, halkın haklı taleplerinin ve demokratik özlemlerinin meşruluğunu ortadan kaldıramaz. Unutmayalım ki, 1982 Darbe anayasası da % 92 oyla kabul edilmişti. Bugünün en önemli farkı, faşizmin bir kitle tabanı var ve buna karşılık muhalefet güçleri dağınık, devrimci güçler ise hala bu sürece müdahale edebilecek durumdan uzaklar.
Seçim öncesinde, en iyimser tahminlerde bile en fazla birkaç puan farkla meclis çoğunluğunun Millet İttifakı ve HDP toplamına geçeceği, cumhurbaşkanlığı seçiminin ise yine benzer bir farkla ikinci tura kalacağı sonuçlar dile getiriliyordu. Saadet partisinin beklenenden az oy alması, MHP'deki Kürt illerinden gelen şaibeli oylar ile desteklenen birkaç puanlık şaşma bu sonucu yarattı. CHP toplam oylarında ise hem sayısal hem de oransal anlamda 2 puanın üzerinde bir düşüş vardı.
Eşit olmayan koşullarda baskın tarzında gerçekleşen bir seçimde böyle bir sonuç beklenmedik bir şey değildi. Sonucun büyük hayal kırıklığı ile karşılanmış olması büyütülen umudun, şişirilmiş beklentilerle desteklenmiş olmasındandır.
Seçimin aslında kazanılmış olduğu, ancak önceden hazırlanmış olan manipülasyon, ilk saatlerde diktatörlüğün kazanmış olduğu duygusunu vermeye dönük hazırlıklar, vb gibi nedenlerle seçimin kaybedilmiş olduğu iddiası doğru bile olsa (ki bunlar yapılmıştır ve ancak sonucu değiştirebilecek düzeyde olmadığı kanısı yaygındır) sonuçta, diktatörlük seçim sonuçlarını muhalefet partilerine onaylatmıştır.
Şu anda yapmamız gereken, adı ister yenilgi, ister zorla kabul ettirilmiş sonuçlar olarak tanımlansın, bundan sonra demokrasi güçleri ne yapmalı, ne yapabilir gibi sorulara yanıtlar bulmaktır. Spekülasyona dayalı iddialar ve hatta seçim öncesi başlayan manipülasyonların devamı olduğunu düşündüğüm bu tür iddiaları bir kenara bırakıp, içinde bulunduğumuz durumun doğru bir analizini yapmaya ihtiyacımız var. Bazı tespitleri maddeler halinde sıralamaya çalışalım;
- Bu seçimi kazanarak, Erdoğan tek adam yönetimine tam bir anayasal zemin sağladı ve şimdi fiili durumu yasal zeminde tüm kurumları ile tesis edecek. Partinin kendisi ve kadroları yeni devlet düzeninde giderek önemini yitirirken, lider, faşist rejimlere özgü tarzda daha fazla öne çıkacak. Tek adam olarak, bundan böyle hiç kimsenin üzerine atamayacağı bir yönetim sorumluluğu üstlenmiş oldu.
- AKP meclis çoğunluğunu yitirirken %7 oy kaybına uğradı. Bu kaybın çoğunlukla MHP'ye geçtiği düşünülüyor. Toplamda yüzde 53’e karşılık gelen bu kitleye bazı konularda iktidarla paralel düşeceği varsayılan İyi Parti’nin de eklenebileceği yorumları doğru bir olasılığa işaret ediyor. Özellikle "terör" başlığı altında toplanan konularda geniş bir muhafazakar, milliyetçi cephenin mecliste ve toplumda karşılık bulacağı beklenebilir.
- 7 Haziran'dan günümüze HDP, geleneksel Kürt seçmenlerin dışında giderek artan biçimde batıda destek bulmakta, üye ve destekçilerinin yanı sıra CHP’li seçmenlerin de barajı aşırma desteğini alabilmektedir. İktidarın HDP'yi terörize etme gayretleri CHP tabanının önemli bir kısmında karşılık bulamamaktadır.
Seçim sürecinde M.İnce'nin Selahattin Demirtaş üzerinden vermeye çalıştığı barış mesajı, diğer muhalefet partileri tarafından da dikkate alınıp benzer tutumlar geliştirilince "çözüm süreci" nde topluma egemen olan havanın AKP iktidardan uzaklaştırıldığı takdirde yeniden tesis edilebileceğine dair bir iyimserlik havası oluştu. Bu beklentinin, bir demokrasi cephesi sayesinde gerçekleşebileceği düşüncesine dönüştürülmesi, diktatörlüğe karşı mücadelede önemli bir hareket noktası olabilir. Kısa süreli bir pratik, toplumda buna cevap verebilecek bir taban olduğunu göstermiştir. Kaldı ki, AKP tabanı, Kürt sorununun demokratik çözümü konusuna yabancı değildir. Önemli olan diktatörlüğün terör propagandasının kırılması ve sorunun Türkiye'nin demokratikleşmesi programının ayrılmaz bir parçası olduğunun topluma anlatılabilmesindedir.
- CHP, Millet İttifakının kurulması, İyi Parti’nin faşizmin geleneksel partisi MHP karşısında seçimlere girebilmesi için yaptığı hamleler ve doğru bir aday çıkarmış olmakla bu seçim sürecinde başarılı adımlar attı. Ne var ki, referandumda olduğu gibi yine seçim sonrası toplumda derin bir hayal kırıklığına neden olan yanlışların da tam merkezinde yer aldı. CHP merkez yönetimine karşı güvensizlik arttı. Seçim öncesi Millet İttifakı partileri, HDP ve birçok kurumun da yer aldığı Adil Seçim Platformu da toplumun beklediği zamanda doğru bilgileri, seçimin gerçek sonuçlarını halkla paylaşabilecek çalışmaları yapmadı/yapamadı. Birçok sosyalist parti ve çevrenin de bu oluşumda yer aldıkları, temasta oldukları dikkate alınırsa, oluşan hayal kırıklığı ve üzüntünün genişliğinin bir nedeninin de bu olduğu söylenebilir. Beklentileri karşılamamış olması ve ayrıca ileriye dönük bir protokole bağlı bir ittifak olmamasına rağmen Millet ittifakı ve onun dışında kalan demokrasiden yana güçlerin oluşturduğu blok için bu seçim süreci, diktatörlüğe karşı mücadelede değerlendirilmesi gereken bir deneydir. Ancak bu blok, aynı zamanda kendi ayrı örgütlülüğünü sağlayamamış solun –ki şu anda durum budur- CHP liderliğindeki düzen partilerinin peşinden sürüklenmesinin bir aracı olarak da kullanılabilir.
- Son dört yılda ardı ardına yaşanan altı seçim ve referandum sonrasında halkta bu iş seçimle olmayacak, olsa da bunlar gitmeyecektir duygusu giderek daha fazla yer ediyor. Bu duygu, devrimci bir örgütün propagandası ve örgütlenmesi eşliğinde gerçekleşseydi olumlu olabilirdi. Ancak böyle olmadığı koşullarda, mevcut örgütlenmelere güvensizlik ve diktatörlüğe karşı çaresizlik duygusunun gelişmesine neden olmaktadır.
- Diktatörlüğün, yoğun bir algı yönetimi ve manipülasyon eşliğinde sürdürdüğü propagandasının temelinde halkı "terör" üzerinden saflaştırmak ve demokrasiden yana güçleri hain ilan ederek birbirine karşı düşmanlaştırmak var. Merkez medyanın neredeyse tamamını ele geçirerek yoğun bir beyin yıkama faaliyeti yürüten diktatörlük, halkı bu şekilde kutuplaştırdı. Lidere bağlılığı, ülkeye, devlete ve bayrağa bağlılık olarak kabullenen kitleler, yabancı devletlerin yıkıcı ve bölücü emellerine karşı liderin taviz vermez bir tutumla direndiği, ABD desteği ile kalkışılan Fetö darbesine karşı Erdoğan’ın halka önderlik ederek darbeyi savuşturduğu, Suriye'de sürdürülen savaşın aslında İsrail ve ABD'ye karşı verilmekte olduğu düşünülüyor. AKP ve MHP tabanında, tüm bunları "anlamayan" toplumun geri kalanlarına karşı milli bir dava yürütüldüğü duygu ve düşüncesi var. Bu şartlarda gelişen bir kutuplaşmayı kırmak için öncelikle bu algıyı ortadan kaldıracak bir propaganda dili ve tutum ile demokrasi güçlerinin düşüncelerini açıklayıp duyurabilecekleri araçları oluşturmak gerekiyor.
- Manipüle edilmiş düşünceler üzerinden toplumda ortaya çıkan bu derin yarılmayı kısa sürede ve özellikle diktatörlüğün bu takip ve baskı ortamında karşıtına dönüştürmek kolay olmayacaktır. Türkiye'de hükümet değişikliklerinin ekonomik kriz dönemlerinde gerçekleştiği ve AKP iktidarının da emekçilerin hayatında giderek artan ekonomik zorluklar neticesinde son bulacağı düşüncesi var. Yukarıda aktarmaya çalışılan bölünme ve ülkeye sahip çıkma duygusunun yoğun ideolojik saldırılarla ayakta tutulduğunu ve ayrıca milyonlarca seçmenin aileleri ile birlikte türlü devlet ve belediye sosyal yardımları ile ve üstelik bunların parti tarafından sağlandığı düşüncesi ile AKP’ye bağlandığını da hesaba katmamız gerekiyor. Elbette bunu sürekli sağlamak mümkün olmayacaktır. Ancak o güne kadar toplumun direnç noktaları olan sosyal, siyasal örgütleri dağıtılmaya, susturulmaya devam edilirken, faşizmin toplum üzerindeki egemenliği de karşı konulması daha da zorlaşan bir süreci tamamlamış olabilir.
- Kutuplaştırılmış toplumun aynı zamanda büyük kentlerde yaşam alanları da birbirinden büyük ölçüde ayrılmış durumda. AKP oyları özellikle yoksul emekçi mahallerinde yoğunlaşmış ve bu bölgelerde seçmene ulaşmak ve örgütlemek giderek zorlaşmaktadır. Bu durumda emekçilerle iş yerleri / iş havzaları temelinde ilişkiler geliştirmek ve sınıf bilincini geliştirmelerine yardımcı olmayı hedefleyen bir emek cephesi yaratmak için daha fazla gecikmeden seferberlik haline girmek gerekiyor. Uzun yıllardır işçi sınıfı içinde emek veren sosyalistler, sadece kendi örgütlerini güçlendirmeye ve kendi işçi örgütünü yaratmak gibi dar bir bakışla hareket ettikleri için sınıfın politik örgütlenmesi yönünde de bir adım öteye geçilememektedir. Her örgütün kendi içinde ve çevresinde yer alan işçilerin bir bütün olarak emek cephesi biçiminde demokrasi mücadelesinde yer alması bile sınıf hareketine bir ivme kazandırabilir.
Görülüyor ki, toplumun muhafazakârlaşması hızla artarken, emekçiler de kendi sınıf çıkarları ile değil, egemenlerin manipülasyonu ile burjuva sınıfın çıkarlarının peşine takılmış olarak yaşıyor. Bu süreci durdurmak ve emekçilerin lehine çevirmek istiyorsak, öncelikle, gönlümüzdeki başarı öyküleri ile avunmayı ve kitleleri oyalamayı bir kenara bırakıp, onların hayallerini aklımızdan çıkarmadan çalışmamız, ama bugünün gerçekliği ile yüzleşmemiz gerekiyor.
Evet, iktidarın kalleşlikleri, yalan ve oyunları, kullandığı devlet gücü ve medya gibi sayısız gerekçeye sığınabiliriz. Haklılığımızla avunup, tarihteki başarılarımızla da övünebiliriz ama hiçbiri sadece seçimlerden değil, bu tarihsel süreçten de alnımızın akıyla çıkamadığımız ve yenilgilerle sonuçlanan bir dizi toplumsal sonuca tanık olduğumuz gerçeğini değiştirmeyecektir.
Faşizm, milliyetçiliği ve dini kullanarak toplumda kendine bir taban oluşturdu ve devleti yeniden inşa etmek için gereken tüm eşikleri geçip yasal anlamda meşruiyetini sağlayacağı son noktaya ulaştı. Sürekli yasaları çiğneyerek, anayasayı ihlal ederek, yerel ve evrensel hukuku her alanda ayaklar altına alarak bugüne kadar geldi. Tüm bunları yeni bir kuruluş, yeni bir devlet kuracağını ilan ederek bugüne taşıdı.
Diktatörlüğe karşı mücadele edecek güçlerin, mevcut düzenin reddi ve yeni bir kuruluş iddiası ile hareket etmeden yürütecekleri her faaliyet başarısızlığa mahkûm olacaktır. Bunun ilk adımı, Demokratik Cumhuriyeti hedefleyen asgari bir program etrafında halk güçlerinin birliğini sağlayan bir demokrasi cephesinin kurulması için çalışmak olmalıdır. Seçimleri, halkın enerjisini boşaltan, düzen partilerinin peşine takıp umutlarının tüketildiği süreçler olmaktan çıkarmanın tek yolu, iktidar hedefiyle öne atılmaktan geçiyor. Ardı ardına gelen referandum ve seçim süreçleri halkın politik duyarlılığının yükseldiği dönemler haline gelmişken, doğru bir program ve ittifak politikası gerçekleştiremeyen devrimciler, halkın beklentilerinin boşa çıkarılması ile diktatörlüğün daha fazla güç kazanmasının da yolunu açmış oluyor. Türkiye sosyalistleri uzun süredir iktidar perspektifinden uzaklaşmış, ütopyasını yitirmiş, kısır bir döngü içinde oyalanır bir görüntü sergiliyor. Diktatörlüğe karşı mücadeleyi, esaslı bir iç hesaplaşma ile birlikte gerçekleştirmek gerekiyor.
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Shakespeare'in Kralları'ndan Bugüne...
10 Şubat 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019AKP Yönetiminde; Sosyal Devletten, Köleci Devlete
23 Eylül 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Umut içimizde saklı
2 Ocak 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Şimdi Karar Verme Zamanı!
15 Aralık 2016Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Gülay'ın ardından..
27 Kasım 2015Silahların susması yetmez, Türkiye ve Ortadoğu’nun başına bela bu iktidardan da kurtulmalıyız…
11 Ağustos 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015