Her gerçek devrim, bir şekilde iç- biçimlenişini, yani kendi suretini büyük bir halk hareketi içinde ortaya koyar. Öncülerin ya da öznel iradenin rolü işte bu an’da tayin edicidir.. Tarihin ortaya koyduğu imkanı fiilileştirmenin yol ve yöntemlerini geliştirmiyorsanız, öncü değilsiniz demektir. Bu durumda sadece umudu tüketirsiniz.
Tarihsel gelişme, bazen koşulları açıklama tarzımıza etkin bir rol verir. Özellikle tarih sahnesine yeni bir dinamik girdiğinde. Böyle anlarda sosyal sınıf ve grupların, siyasal aktörlerin konumları ve rolleri eskisi gibi olamaz. Zira yeni dinamik mevcut yapıdaki çelişkileri görece kristalize eder ve mevcut toplumsal ilişkileri, politik dizilişleri buna göre pozisyon almaya zorlar..
Böyle anlarda siyaset teorisine tarihsel bir rol düşer. ‘Somut durumun somut tahlili’ ve yeni bir politik hat inşa etmek.
Ama kaçınılmaz değildir bu. Çünkü ortaya çıkan belirli bir olanağın, alternatif olarak ayırdına varıp fiilileşmesi için gerekli öznel koşulları hazırlamazsak o olanağın zamanla yozlaşması ve alternatif olma potansiyelini yitirmesi muhtemeldir. Tarih size bir fırsat sunar, ama yeterli zaman içinde o fırsatı kullanmadığınız ya da karar verme anını kaçırdığınız zaman sizi beklemez. Çünkü toplumsal mücadelelerde “yeterli zaman” saatle ölçülebilecek bir zaman değildir.
TARİHSEL İMKAN VE TARİHSEL HATA
Tarihe büyük harflerle geçen toplumsal olayları ve devrimleri incelerken ‘şöyle olsaydı tarih başka türlü yazılırdı’ deriz. “Şöyle olsaydı”da işaret ettiğimiz imkanın, farklı bir alternatifin o tarihsel anda olabilirliğine kanaat getirdiğimiz içindir bu yakınma.. Ama tarih o imkanın üzerinden çoktan akıp gitmiştir..
Mesela, 1969’da TIP’ten tasfiyeler sonucu ayrılındığında, gecikmeksizin devrimci bir parti kurulmuş olsaydı ve faşist saldırılara karşı merkezi bir savunma inşa edilseydi, hem 15-16 haziran direnişini gerçekleştiren işçi sınıfıyla organik ilişkileri geliştirme imkanı elde edilir, hem de 12 Mart darbesine direniş başka türlü yaşanırdı. Ya da 1970’lerde muazzam bir kitlesel gücün, neredeyse her köyde devrimci bir kümelenmenin mevcut olduğu durumda faşizme karşı bir direniş cephesi kurulabilseydi ne olurdu? Devrimciler, sosyalistler ortak bir devrimci programa, devrim yapma iradesine sahip olsalardı tarih başka türlü yazılmaz mıydı? Ya 1982’de Kürt hareketiyle birlikte kurulan Faşizme karşı direniş cephesi akamete uğratılmayıp yoluna devam edebilseydi bugün hangi noktada olurduk?
Bu söylediklerimden anlaşılacağı gibi, “tarihsel hata” diye adlandırdığımız şey, tarihin akışını, emekçiler ve ezilenler lehine değiştirebilme potansiyeline sahip dinamikleri farketmekle kalmayıp o potansiyelin fiilileşmesini sağlayacak örgütlenme ve stratejiyi inşa etmekte gecikerek tarihsel imkanın heder edilmesi, fırsatın kaçırılmasıdır.. Bunda kendi küçük iktidarlarımızı halkın iktidarından pratikte daha çok önemsediğimizin payı ve siyaset yapma tarzımızın rolü tartışılmazdır. Sonuçta hata ve zaaflarımızla dikatörlüklerin gelip yerleşmesine biz de katkı vermiş oluruz. Çünkü tehlike ve imkan içiçedir. Bizim için tehlike ötekiler için imkan, bizim için imkan da onlar için tehlikedir. İmkanı gerçekleştirmek ise irade işidir. Bu her zaman böyle oldu.. “İrade”den kastettiğim ise, nesnel imkanların ya da tehlikelerin bilincine varıp bu ihtimallere denk düşen, yani imkanı gerçekleştirecek ya da tehlikeyi berhava edecek bir eylem hattını, politik bir strateji temelinde örgütlü güçle uygulamaktır.
Bugün de böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Gezi direnişiyle bir İMKAN olarak açılan yoldan bahsediyorum. Tarihin saatinin geçip geçmediğini kesin belirleyemeyiz ama yıldönümünü yaşadığımız bugünlerde Gezi’yi yeniden düşünmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. İktidar açısından bakarsak, son bir yıl içinde Erdoğan iktidarı iki büyük darbe yedi. İlkinde halkın gücü olarak Gezi, AKP iktidarını sersemletip kimyasını ve dengesini bozdu. Ancak nazizimle kıyaslanabilecek bir biçimde siyasal islamı bir devlet/toplum ve yaşam biçimi olarak dayatan.. Her gün yeni pratıklerle yaşamı tıpkılaştıran, birey yerine kulluğu geçiren.. Saatlerin, İslam devletinin resmen ilan edileceği 2023’e ayarlandığı bir gidişe dur dedi. Böylece de zaten paylaşım savaşı içindeki iktidar blokunun kendi iç çelişkilerinin derinleşmesine katkıda bulunarak bu kez içten gelen ikinci bir darbe yemesinin koşullarını hazırladı. 17 Aralık operasoynuyla iktidar bloku parçalandı. Hükümetin başı ve üyelerinin içinde olduğu büyük rüşvet operasyonu devlet krizi yarattı. Bu kriz, şimdilik, bir yandan toplumun kutupsallaştırılması öte yandan bürokrasinin daha da homojenleştirilmesiyle, ama her iki alanda risk ve tehlikenin yoğunlaşması pahasına aşılmış görünüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin nasıl bir rol oynayacağını ise göreceğiz. Fakat her halükarda bu seçimlerin yeni bir çatışma sürecinin başlangıcı olacağı ve bu sürecin yeni dizilişleri kaçınılmaz kılacağı kuvvetle muhtemeldir.. Bu başka bir yazının konusudur ama elinizdeki yazının tam da bu noktada uyarıcı bir rol oynamasını umuyorum.
Geçen bir yıl içinde Gezi direnişi hakkında bir çok analiz yapıldı. Söylemleri, talepleri sahiplenildi. Bazı kesimler Gezi isyanını düzen-içi muhalefetin bir dinamiği haline getirip yerel seçimlerde başarı kazanmayı hesapladılar. Eski düzenin restorasyonu için manivela olarak gördüler. (Şimdi de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde BOP’un reorganizasyonuna uygun, eski rejime dönük bir pozisyon aldılar). Seçimler gösterdiki hiç bir siyasi parti, örgüt, gezinin dinamizmini arkasına alamadı. Alamazdı da. Çünkü Gezi isyanının esinlediği şey, yeni bir özdeşleşme hareketiydi. Bu ise taleplerini ve söylemlerini sahiplenerek ikame edilemezdi. Temel taleplerde zaten eylembirliği içinde olan Gezi'nin bileşenlerini yeni bir özdeşleşme politikasıyla bloklaştırma pratığını geliştirmek gerekirdi. Yani arkasında farklı bilinç tarzları ile (ulusalcılık, ekoloji, kimlik, sınıf,.) temsil edilen talepleri bir strateji ve geçiş programı mantığı ile birbiriyle eşdeğerli kılmak.. Bu ise, örgütlerin yapı ve ilişkilerinde içkin olan ve devrimci politika ve taktik üretmelerine ket vuran statükocu zihniyetin köklü bir şekilde değişimiyle birlikte, yani eşzamanlı olarak gerçekleşebilirdi, ama olmadı. Ek olarak, Kürt hareketinin, çatışmasızlık ve "çözüm" sürecinin Gezi isyanının zuhur etmesinde başat bir rol oynamasına karşın, Gezi ile ittifakı savunan Kürt emekçilerinin Apocu eğilimi karşısında, Barzanici eğilimin, Gezi'yi AKP ile yürütülen sürece karşı tehtid olarak görmesinin yarattığı kararsız tutum, özdeşleşme siyasetinin en azından gündeme gelmesini engelledi..
GEZİ TÜRKİYE’NİN 1905’İDİR
Gezi ruhu, herşeyden önce, yeni bir toplumsal dinamiğin karakterini gösteren, bu artık böyle devam edemez, gidişata dur diyen bir kararlılık, cesaret demek.
Toplumsal bir dinamikten sözedebilmek için ondan özgün bir pratik ve özdeşleme eğilimini ortaya koyması beklenir. Bu açıdan gezi direnişinin bir Halk blokunun nüvesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu nüvenin ruhu kendi cesametinden fazla bir şeydi. Kendi katılımcılarını aşan, güçlü bir geleceği bugüne izdüşürme vurgusuna sahip yeni bir toplumun rüşeym hali (“Önce herşey gaz bulutuydu, sonra hayat başladı”). Dünün ve bugünün muktedirlerinin saldığı korku ve baskı biçimlerine isyan eden, meydan okuyan anti-kapitalist bir başkaldırı.. Bu açıdan Gezi isyanının ortaya koyduğu bileşke tamda demokratik cumhuriyet talebinin üzerinde yükseltileceği zemindi. Hala da öyledir.
Gezi ruhu.. Kendi sözü olan ve o sözle tüm bilinç hallerini sarsan, sonuçta dili değiştiren, sanata ruh veren bir devinim. (“yaşasın bağzı şeyler”) Ruhu olan bir şeyden sözettiğimizde, özdevinimli bir hareketten sözediyoruzdur. Ve her özdevinimli hareket, tarih yapmaya adaydır..
Gezi elbetteki kendiliğindenci bir hareket. Son derece barışçıl bir ekolojik direniş olarak başladı.. Ellerinde gitarları ve kitapları ile oradaydılar. Parkı, ağaçları, kenti, yaşamı savunmak için..
Deniyor ki "Erdoğan’ın kaprisleri ve keyfiliği olmasaydı.. patlama olmayabilirdi." Doğrudur.. Rus Çarı II Nikola da işçilerin dilekçesini kabul edip onları dinleseydi 1905 devrimi olmayabilirdi. İşçiler, üstelik, Papaz Gapon’un önderliğinde Çar’a sorunlarını anlatan ve çözüm dileyen bir dilekçe sunmak istemişti. Saraya yaklaştıklarında mitralyözlerle tarandılar. Binlercesi öldü.. Fakat bu olay önce ülkede devrimci bir duruma yol açtı; işçiler Sovyetleri kurdu (Geziciler de Taksim komününü kurmuştu), Moskova’da ayaklandılar. Yenildiler ama sonra bu Sovyetler 1917’de yeniden ortaya çıktı, devrime öncülük etti; fiilen iktidar oldular..
Eğer hiç bir zamana ayarlı saatlere bağlı değilsek ve 68’in “gerçekçi ol, imkansızı iste” sloganı iç geçirerek yapılan nostaljik bir konuşma repliği değilse, “bu başlangıç”ın devamı için siyasi irade koymak gerekir. Tıpkı Rus devrimcileri gibi. İslam maskeli faşizmi geriletmek ve yenmek için başka yol yoktur. Belirtmek gerekir ki, Gezi’nin verdiği özdeşleştirici mesajı kavramayan bir siyasetin çökmesi kaçınılmazdır. Bu dalga başlamış bulunuyor.. Bir parti esas olarak bu nedenle bölündü..
KATI PARADİGMALARDAN İNSANIN ÖZGÜRLEŞMESİNE
Geziden önce, genel olarak, toplumda var olan çelişkiler, eski anlayışların, çatışan paradigmaların baskısı altındaydı. 1. katı-determinist modernizm ve 2. Modernizmin özgürlükçü içerimlerini topyekün reddeden siyasal islam. (‘medeniyetler ittifakı’nın ardında da bu reddiye vardı) İlki genel olarak iflas etmişti, 2.sı o iflası sömürerek, geçmişe dönük bir ütopyanın (asr-ı saadet’in) tahrifi üzerinden küresel kapitalizme eklemlenerek kendini kurdu.. Modernizmin özgürlükçü içerimlerini tümüyle yadsırken, onun (genel olarak kemalizm diye ifade edilen) pozitvist aklının baskıcı yönlerine –liberalleri yedekleyerek- direniş potansiyellerini ve eğilimini kullandı ..
Haziran direnişi işte bu iki paradigmanın sonunu getirdi.. Sonunu getirirken 3.cu bir paradigmanın, alternatifin ipuçlarını da ortaya koydu. Kökleri modernizmde ama onun ufkunu aşan bir paradigmanın.. İnsanın doğa ile uyum içinde özgürleşmesidir bu.
Ama bildiğimiz özgürleşme kavramı değil. 19 yüzyılda, burjuva ilerlemeciliğinin sanayi devrimi gibi gözkamaştırıcı “başarıları” karşısında sosyalizmin özgürleşme fikri, doğayı egemenlik altına alma fikrinden kendisini koparmamıştı, o günkü koşullarda koparamazdı da. Bu egemenlik tarzının yalnızca ekosistemleri değil, biyosferi de tehtid eder düzeyde ne denli yıkıcı olduğu 20. Yüzyılın ikinci yarısında bilince çıktı. 20. Yüzyılın sosyalizm deneyleri bir bütünün iki temel öğesinden birini, eşitliği kurmak için, diğerini, yani özgürlüğü feda ediyordu. Ama şimdi onca deneyden sonra, insanın özgürleşmesi, doğanın özgürleşmesiyle içiçedir, bütünleşiktir. Dolayısıyla, yalnızca sömürülen ve ezilen sınıf ve grupların kurtuluşu yetmez. Doğa üzerindeki kapitalist aklın egemenliği son bulmadıkça, insan da özgürleşemez.
Bu özgürleşme anti-kapitalisttir kaçınılmaz olarak. Çünkü siyasal islam dediğimiz şey, kapitalizmin, kendi merkezinden (Batı) görece uzak tutarak barbarlıkla melezleştirerek önümüze koyduğu adeta tarihin bütün gericiliklerinin posasıdır. Emperyalist dönemde sermaye sınıfının siyasal gericiliğinin en somut hali. İşte bu yüzdendir ki, kapitalizmin yöneticileri bugün tarihin görmediği en derin, en sinsi ırkçılığın da temsilcileridirler. Tarihsel, yani toplumsal evrim içinde geçici bir üretim tarzı olan kapitalist sistemi zora dayalı bir ebedileştirmeye paralel olarak, biyolojik ırkçılığın yerine sosyo-kültürel-simgesel farklılıkların doğallaştırılmasına dayalı bir ırkçılığı geçirmişlerdir. Bu tabi ki karşı bir ırkçılığı da doğurmaktadır. Özellikle Ortadoğu’da inanç ve kültür farklılıklarına dayalı islamcı ırkçılığın temel bir nedeni de budur. Böylece kapitalizm, halkları ve aydınlarını, en geri noktalarda direnme hattına iterek ömrünü uzatmaya çalışıyor.. Bugün Türkiye halkları özgürlük mücadelesini en geri mevzilerden yürütmek zorunda kaldıkları yaşanan bir olgudur. Bir halk devrimi için ayağımızı basacağımız zemin olarak, cılız bir burjuva devriminin tarihsel kazanımları dahi yokedilmekte, toplum ortaçağ karanlığına doğru itilmektedir.
Gezi direnişi için iki belirleme yapmış oluyorum..
1. Direniş, halk blokunun nüvesi olarak ortaya çıktı ve gelişti..2. Kökleri modernizmde olan, ama onu aşan yeni bir paradigmanın ipuçlarını ortaya koydu.
Gezi’de kimler vardı.. Sosyalistler, kürt devrimcileri, ulusalcılar -sosyal-demokratlar, kemalistler, aleviler, anti-kapitalist müslümanlar, feministler, çevreciler, lbgt.ler, taraftarlar. Kitleler bu bilinç biçimleri ile tepkilerini ve taleplerini ortaya koydular. Aralarındaki çelişkilere rağmen tepkileri ve talepleri büyük ölçüde özdeşti. Kapitalizm-öncesi ve sonrası gericiliğin, baskının ve tahakkümün her biçimini pratiğinde temsil eden iktidara karşı özgürlük talepleriyle direndiler.
Burada bu kesimlerin bazılarını temsil etme iddiasındaki siyasi hareketlerin, aktörlerin, gerek direnişi sahiplenme anlayışları ya da onunla arasına mesafe koyma tutumları ve gerekse direnişi kendi öznel amaçları için araçsallaştırma gayretleri ölçüt olamaz.. Tarihsel materyalizm, kitlelerin nesnel eğilimlerini temel alır, onları yönlendirme iddiasında olanların öznel tutum ve niyetlerini değil. Bu çerçevede isyanın, devrimci bir stratejiye, bir ittifak sistemine temel teşkil edecek, onu esinleyen bir halk blokunun nüvesini oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
DEVRİMCİ BİR STRATEJİYİ İÇERMEYEN YENİDEN-KURULUŞ OLMAZ
Türkiye solu 30 yıldır bir politik stratejiden yoksun. Ağırlıkla 1960’lardaki MDD stratejisi ve onun farklı versiyonlarıyla 12 Eylül’e gelindi. Faşizmin on yıl süren fiziki tasfiyesi ardından, ayağa kalkarken Sovyetler birliğinin çöküşüyle ideolojik-teorik dünyası altüst oldu. 90’li yıllar ve 3. cu milenyumun ilk yıllarına kadar postmodernizmin saldırısıyla daha da geriledi. İktidar ufku iyice bulanıklaştı. Kürt hareketi ise henüz solla rezonansa girmemişti.. Kısa keseresem, sol, toplumsal formasyonun yeni tarihsel koşullarına denk düşen ve onu dönüştürmeyi hedefleyen bir halk bloku mevzilenmesi anlayışına sahip değildir. Bu, onun, aynı zamanda devrim perspektifine sahip olmadığı anlamına da gelir.. Reel sosyalizmin çöküşünün büyük ölçüde koşulladığı bir bağlam ve yeni toplumsal hareketlerle (ekoloji ve kadın hareketi, vb) eklemlenmeyi de içeren nasıl bir sosyalizm tasavvuru üzerine bitimsiz tartışmalar, stratejik bir doğrultu tayin etme sonucunu vermedi.
“Yeniden kuruluş”, hem felsefi temelde hem de siyasal düzeyde özdeşleştirme siyaseti ile olur. Yani bir taraftan teorik ve ideolojik bir bütünlük, kolektif bir önderlik inşa etmek ve eşzamanlı olarak, her bir yeni (ekoloji, kadın hareketi, etnik ve inanç/kültür, cinsiyet temelli kimlik hareketleri) ve eski bileşenin özgül taleplerini özdeş hale getirmekle. Kısacası, yeniden kuruluş, ideolojik-teorik ve siyasal düzeylerde yeni bir özdeşlik inşa etmektir. Teorik düşünce ve siyasal pratik böyle bir özdeşliği inşa edemiyorsa, eski özdeşliğin (marksizm ve sosyalizm kavrayış ve pratiğinin) çökmesiyle doğan kriz aşılamaz, yeniden çıktığı noktaya geri döner.
Öte yandan şunun farkına varmak gerekir: İşçi sınıfı dışındaki sınıf ve zümrelerle ittifak kurmak sadece güç ilişkileri içinde değerlendirilecek bir olay değildir. İttifakın politik formülasyonu, müttefikleri gözeten ajitasyon, popülerleştirme.. bunlar aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sınıf bilincini geliştiren eğitsel rol de oynarlar.
Bu itibarla, diyebiliriz ki, sınıf perspektifi, herşeyden önce sınıflar analizine dayanır. Tek bir sınıfın değil, işçi sınıfının tarihsel konumu ve nihai hedeflerini de gözeterek, onun müttefikleri olabilecek sınıf ve zümreleri de ayırdederek onların talepleriyle sınıfın taleplerini o tarihsel an’da özdeşleştirebilmektir. Somut durumda, sınıfın talepleriyle, kürt sorunu gibi, kimlik temelli talepleri de aynı şekilde özdeşleştirmek. Bir başka deyişle, düzene ve egemen sınıfa karşı sınıf mevzilenmesini ideolojik, politik ve kültürel düzeylerde inşa etmek..
İşte Gezi bu açıdan da bir zemin sundu.. Ancak geçen bir yıl içinde bunun farkındalığı içinde olunduğu söylenemez.. Daha önce ifade ettiğim gibi, Gezi direnişi bir halk blokunun nüvesini ortaya koydu. Düzene karşı politik mevzilenmenin hangi bileşenler üzerinden kurulacağını gösterdi. Politik strateji de böyle bir mevzilenme üzerine kurulur. Hangi güçlerle yol arkadaşlığı yapacaksınız, kiminle sonuna kadar gideceksiniz? Soru budur. Böyle bir mevzilenmeye dayalı politik bir strateji yoksa, siyaset kaçınılmaz olarak düzenin baskı ve şiddetine tepki verme düzeyinde yürür. Hak mücadelesi düzeyini, dolayısıyla düzenin sınırlarını aşamaz.
Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun da budur..
DEMOKRATİK CUMHURİYET-DEMOKRATİK ÖZERKLİK
Esasen kendisi yoksul köylülüğe dayalı Kürt özgürlük hareketi, ulusal temelde bir özdeşlik siyaseti inşa ettti. Modern Kürt burjuvazisi ve kısmen Kürt islamcılarla bir ittifaklar kombinezonu oluşturdu. Bu ulusal yelpaze içinde Kürt emekçi sınıflarıyla diğerleri arasındaki çelişkiler, iktidarla ilşkilerde ve çeşitili alanlarda ortaya çıkıyor ve bunlar Kürt halkının özgürleşmesi hedefi içinde uzlaşır kılınıyor. Bu çerçevede A. Öcalan, kendi radikal demokrasi anlayışı içinde, demokratik islam kongresini önerdi ve bu kongrenin ilk toplantısına gönderdiği mesajda, İslamın evrenselliğine işaret ederek, Ortdadoğu’da demokratik ve özgürlükçü bir İslamın inşa edilmesini savundu.
Bu yalnış mıdır? Tam aksine ulusal bir hareketin inşası ve geniş bir tabana yayılması açısından olması gereken bir strateji..
Devrimci bir hareketin küçük-burjuvazinin kendisini laik, modernist, kemalist ve ulusalcı ideolojik değer ve sembollerle ifade eden kesimleriyle ortak mevzilenme içinde olması, buna uygun bir politik dil geliştirmesi, Kürt hareketinin Kürt burjuvazisi ve ideolojik düzeyde İslami kesimlerle ulusal bir mevzilenme yaratmasından daha az kabul edilebilir değildir. İslami hareketlerin demokratileştirilme çabası ne kadar yerindeyse, katı modernist/pozitivist akımların demokratikleştirilmesi de o denli gerekli ve doğrudur. Demokratik özerklik için onay verdiğimiz bir özdeşleştirme siyasetine, demokratik cumhuriyet açısından, o bileşimin benzeri için neden onay vermeyelim. Birincisi nasıl bir gereksinmeyse, ikincisi de öyledir. Üstelik bu, “demokratik modernite” kavramıyla en tutarlı olanıdır. Öte yandan, demokratik cumhuriyet mücadelesi, herhalde, kürt özgürlük hareketi, sosyalistler ve sosyalist hareketin çeperinde bulunan işçi sınıfının en billinçli unsurlarına dayanarak kazanılamaz.
Ortada ciddi bir sorun var.. Demokratik özerkliğin, yukarda belirttiğim gibi, somut bir stratejisi var, belirli bir sınıfsal mevzilenmeye dayanıyor.. Ama demokratik cumhuriyet ki bunu “geçiş” mantığı anlamında kullanıyorum, soyut bir formülasyondan başka bir şey değil. Stratejik içerikten yoksun. Bu çelişki, Kürt, Türk.., bütün sosyalistlerin temel sorunudur. Çünkü özerklik, bütün içinde bir dinamiktir, bütünün kendisi değildir. Ya da demokratik cumhuriyet, özerkliği kapsar, özerklik diğerini değil. Bütünle ilşkilenme biçiminin çerçevesini çizmek, bunu elde ediş yolunu tarif etmek, -ne kadar özgürlükçü olsa da- yeterli olamaz. Bütünü, yani demokratik cumhuriyeti inşa etmenin yolunu tariflemezseniz, onun stratejisine sahip değilseniz, özerkliğin politikasına tabi olursunuz ki, bu her iki öznenin birlikte yozlaşarak çöküşü demektir. Çünkü demokratik özerklik de ancak asgari bir burjuva demokratik düzende varolabilir.
Bütünü aktüel olarak ya da fiilen inşa edeceğimiz zemin Gezi isyanının ortaya koyduğu potansiyel-bütündür, yani nüve olarak halk bloku.. Özgürlükçü ve eşitlikçi bir cumhuriyet, bu potansiyelin fiilileşmesini sağlamakla –onun içindeki mevzilenmeyi stratejik birlik haline getirerek- elde edilebilir. Tabii ki, özgül bir dinamik olarak Kürt halkının özgürlük mücadelesi de bu blokun temel bir bileşenidir.
Her gerçek devrim, bir şekilde iç- biçimlenişini, yani kendi suretini büyük bir halk hareketi içinde ortaya koyar. Öncülerin ya da öznel iradenin rolü işte bu an’da tayin edicidir.. Tarihin ortaya koyduğu imkanı fiilileştirmenin yol ve yöntemlerini geliştirmiyorsanız, öncü değilsiniz demektir. Bu durumda sadece umudu tüketirsiniz. Dolayısıyla, devrimcilik ve reformculuk arasındaki ayrışmanın mihenk taşı da bu zemindir.
Yazarın Dİğer Yazıları
Fareler, Muktedirler ve Seçim
12 Mayıs 2023TİP’in kararı, HDP’nin Çengiz Çandar Tercihi
28 Nisan 2023Faşizm ve İç Savaş
30 Haziran 2022Devrimci durum ve Emek Cephesi
8 Kasım 2021Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
23 Eylül 2021Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
16 Ağustos 2021Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
13 Temmuz 2021Faşist MHP Kapatılmalıdır!
4 Temmuz 2021Finale Doğru
26 Nisan 2021Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019