Allah ile aldatmaya tamam mı devam mı?

23 Ocak 2023
Allah ile aldatmaya tamam mı devam mı?

İlk Halife Ebubekir, Kur’an’ı kitap halinde ciltlettikten sonra Peygamber’in ayetleri kaydettirdiği (deri, ağaç yaprağı, ağaç kabuğu, beyaz yassı taş gibi) materyalleri, yani Kur’an’ın aslını yaktırmış. Üçüncü Halife Osman ise, kendi derlemesi dışındaki (Ebubekir’in ciltlettiği kitap dahil) tüm mushafları yaktırmış. Değil sıradan Müslümanların, ulema geçinen Müslümanlardan kaçta kaçının umurunda? 

İsveç’te İslamofobik bir eylemcinin (halkının çoğunluğu Müslüman) onca ülke arasından Türkiye’yi seçip büyükelçilik binası önünde (üstelik polis gözetiminde) Kur’an yazılı bir kitabı yakması, hiç kuşkusuz nefret suçudur, provokasyondur. Provokasyonun İsveç’in NATO’ya üyelik başvurusuyla bir ilgisi de vardır sanırım. Bu kadarla kalsa sorun değil ama Müslüman ahalinin provokasyonlar karşısında ne denli zayıf ve özgüvensiz olduğunu da gösteriyor. Bana göre en önemli olan da, Müslüman ahalinin provokasyonlar karşısındaki zayıflığı özgüvensizliği. 

Hristiyan coğrafyasında Hz. İsa’yı eşcinsel olarak temsil eden filmler çevriliyor ama ortalık ayağa kaldırılmıyor. Bu aldırışsızlık olgunluksa, Hıristiyan dünyası bu olgunluğa kolay erişmedi. Hristiyanlığın tarihinde yüz yıllarca süren mezhepler arası savaşlarda tüyler ürpertici nice katliamlar var. Hristiyan dünyası kan dondurucu vahşeti geride bırakmanın çaresini, yani kendi iç barışını laiklikte buldu; yani din ve dünya işlerinin birbirlerinden ayrılmasında. Kilise dünyevi siyasi iktidar iddiasından vazgeçti. Toplumsal sınıflar arasındaki mücadele dinden bağımsızlaşıp kendi dinamikleriyle veriliyor Hristiyan dünyasında. Elbette Hristiyan coğrafyası kanlı geçmişini tümüyle geride bırakmadı ama sonuçta daha hoşgörülü bir siyasi dini atmosfere sahip oldu. İslam coğrafyası ise ne yazık ki kendi orta çağını aşamadı. Toplumsal sınıflar arasındaki kavga, dini inanç hapishanesinde tutuklu kaldı. 

Hoşgörü ve barış dini” diye propaganda edilse de İslam coğrafyasında kutsala yönelik en hafif eleştiriye tahammül edilmiyor. Müslüman ahali, “Ayetlerin yazılı olduğu sayfaları bir densiz yaksa ne olur yakmasa ne olur?” olgunluğunda değil ne yazık ki. “Ayetlerin sahibi bu densizliğe müdahale etmiyor, seyirci kalıyorsa, biz kullarına ne oluyor? Her şeyi çarpan Kur’an bu densizi niçin çarpmıyor?” sorgulaması da yok. İslam tarihinde ayetlerin yazılı olduğu mushafların, üstelik Hz. Muhammed’in ilk halifeleri döneminde yakıldığını da bilmiyor. İlk Halife Ebubekir, Kur’an’ı kitap halinde ciltlettikten sonra Peygamber’in ayetleri kaydettirdiği (deri, ağaç yaprağı, ağaç kabuğu, beyaz yassı taş gibi) materyalleri, yani Kur’an’ın aslını yaktırmış. Üçüncü Halife Osman ise, kendi derlemesi dışındaki (Ebubekir’in ciltlettiği kitap dahil) tüm mushafları yaktırmış. Değil sıradan Müslümanların, ulema geçinen Müslümanlardan kaçta kaçının umurunda? 

İslam tarihinde sadece mushaflar yakılmadı, mushaflarda yazılı ayetleri inkâr etmeden farklı yorumlayan insanlar bile yakıldı. Aleviler’in ulu ozanlarından Nesimi, (batıni yorumları Sünni ulema tarafından suç sayılınca) derisi yüzülerek yakıldı. Çok geçmeden Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet, ayetlerin (batıni) Hurufi yorumunu inanç belleyen binlerce kişiyi Edirne meydanında kazılan çukurda yaktırdı. Gözlerinizin önüne getirin! Kentin meydanında çok geniş bir çukur kazılmış. Elleri kolları ayakları bağlı binlerce insan çukura dolduruluyor. Üzerlerine odun yığılıyor ve ateşe veriliyor, binlerce insan cayır cayır yakılıyor. Böylece sevap kazanılıyor… Başka dinin mensuplarına ait tapınakların, örneğin kilisenin (“kılıç hakkı” denilerek) camiye çevrilmesi de kazanılan sevaplar arasında!... 

Osmanlı’nın Anadolu’daki isyanlar tarihi neredeyse sadece Alevi Bektaşiler’in kıyımından ibarettir. Öylesine uzun vadeli bir tarihtir ki, Sivas’ta Madımak Oteli’nde 35 insanın (Şeytan Ayetleri bahanesiyle) yakılması çok değil, 30 yıl öncesinin vahşetidir. Keşke sadece Şeytan Ayetleri kitabını yakmakla yetinselerdi. 

*** 

TÜRBAN İÇİN ANAYASA TEKLİFİ AYRIMCILIKTIR 

Dediğim gibi, İslamofobik bir eylemcinin Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an yazılı bir kitabı yakması provokasyondur. Bu kadarla kalsa sorun değil ama Türkiye’nin sadece dış politikasını değil iç politikasını da bloke eden kötülüğün arayıp da bulamayacağı cinsten bir provokasyondur.  

Türkiye’nin kader tercihi olarak önem kazanan seçimler öncesinde kötülük ve cehalet iktidarı, Stockholm’deki provokasyonu köpürtüp duruyor. Trol örgütler aracılığıyla kof kabadayılık protestoları, resmi ziyaretlerin iptali, besleme medyada “ezan dinmez, bayrak inmez” edebiyatı… Ne yazık ki, dinin ekonomi politiğinden habersiz kitlede karşılığı var. 

Dinin ekonomi politiğinden habersiz kitlede karşılığı olan bir konu da türban için anayasa değişikliği teklifi. Teklif, Allah ile aldatan kötülük ittifakından geldi. Türbanın geleneksel başörtüsü olmadığını geçelim. Teklif, 12 Eylül faşizminin mirası anayasaya bile aykırı.  

Kötülük ittifakının teklifi en başta cinsler arasında ayrımcılık yapıyor. Yetmiyor, inançlı inançsız kadınlar arasında ayrım yapıyor. Yetmiyor, başı kapalı kadınlar lehine ayrıcalık öngörüyor, başı açıkları korumasız bırakıyor, dahası devletin kıyafete karışmasına kapı açıyor. Yetmiyor, sözüm ona aileyi koruma altına alırken, reşit olmayan kız ve oğlanların evliliklerine kapıyı açık bırakıyor. Yetmiyor, ailenin tek erkeğin kaç kadınla nikâhıyla oluşacağına engel getirmiyor… Hepsinden önemlisi, dini inanç referanslı bir anayasa teklifidir. Böylece gidilen yolda son durak teokrasidir. Yani mollaların İran’ı, Taliban’ın Afganistan’ı, şeyhlerin kralların Arap ülkeleri gibi. Zaten ne demişti Reis: Demokrasi amaç değil araçtır! Veyl o Reis’ten demokrasi uman liberallere! 

En başta mütedeyyin aileler bunca yoksullaşmışken, sadakaya muhtaç ve bağımlı haldeyken, varsa yoksa kadının nasıl örtüneceği, saçının görünüp görünmeyeceği. Bu kadar ucuz mu? Kadın, kocası, çocukları, akrabaları işçiler, emekliler yeterince beslenemiyorsa, açlık sınırında ücrete mahkûm iseler, çocukları düzgün okullara gidemiyorsa, okula giden çocuğa karne armağanı olarak bisiklet yerine etli yemek yediriliyorsa, kadının saçı görünse ne olur görünmese ne olur? 

Teklif TBMM’de kabul edilsin edilmesin, seçim sürecinin tüm tartışma konuları şimdiden türbana dolandı. Burjuva muhalefeti, gündemi ve tartışmayı din çemberinin dışına çıkarma cesaretinden ve özgüveninden yoksun ne yazık ki. Bu muhalefetle demokrasi laiklik ve hukuk devleti inşası gerçekleşmesi uzak bir hayal. 

*** 

DİN AFYON MU İSYAN MI? 

Sınıflı toplumda egemen sınıflar için din, toplumsal eşitsizlikleri, mülk sahibi sınıfların sömürüsünü ve egemenliğini meşrulaştırma ideolojisi ve pratiğidir. Bu bağlamda dinlerin ortak özelliği, erkek egemen düzeni ve egemen sınıfın çıkarlarını kutsayıp meşrulaştırmalarıdır. Bu bağlamda dinlerin ortak özelliği, erkek egemen düzeni ve egemen sınıfın çıkarlarını kutsayıp meşrulaştırmalarıdır. Yani “Her şey Allah için. Bu dünyada imtihandayız” aldatmacasıyla “Zengine han hamam servet, yoksula din diyanet milliyet” politikasıdır din. 

Ezilenler için ise din, "bu dünyada şükür ve sabıröbür dünyada cennet" vaadiyle bu dünyada sabretmeyi, azla yetinip şükretmeyi, kadere boyun eğmeyi telkin eden mutluluk illüzyonudur. Karl Marks’ın ifadesiyle “Din, gerçek ıstırabın dile getirilişidir, gerçek ıstıraba karşı protestodur. Ezilen kulun ahıdır din; taş kalpli dünyanın kalbi, ruhsuz toplumsal durumun ruhudur. Din halkın afyonudur.” 

Ağrı kesici anlamında söylemişti Marks. O’nun yaşadığı yıllarda afyon, bedeni acıları hafifleten ilaç olarak kullanılıyordu. Bundan hareketle Marks’a göre din, kölenin sahibinden gördüğü eziyetin, marabanın ağadan yediği dayağın, işçinin patron tarafından aşağılanmasının ve sömürülmesinin acısını dindirme işlevine sahip bir afyondu. Ve elbette protesto ve isyan bayrağı olabileceği gibi ezilenlerin eziyete dayağa sömürülmeye karşı isyan duygularını bastırma işlevine de sahiptir din; yani miskinleştirme uyuşturma işlevi de vardır dinin. 

Ali Şeriati de dinin halkların afyonu olabileceği gibi halkların vicdanı olabileceğini söylemiş. Şeriati’nin deyişiyle “Eğer bir din yetimi korumuyor, kimsesize sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi soluğu olmuyorsa yalandır ve afyondur.” 

Karl Marks’ın da Ali Şeriati’nin de ruhları şad olsun. 

Gerek İsveç’te bir densizin Kur’an yakması gerekse kötülük ittifakının türban için anayasa değişikliği teklifi. Her şey o kadar ayan beyan ki. 

Dini afyonlaştırıp yoksulları “Allah ile aldatmak”, miskinleştirmek, köleleştirmek, inançlarını sömürmek yetmedi mi? 

Allah ile aldatmaya seçimlerde ve hayatın her anında “Yeter!” diyenlere selam olsun. 

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…