Neden göç ederiz? Kim göç eder? Göç nasıl bir serüvendir? Göç, göç edene ne hissettir?
Göç, içinde birçok soru ve birçok hikaye barındırır. Kimisi zorunlu göç etmiştir.. kimisi eğitim için… kimisi ekonomik nedenle… kimisi bir serüven için.. kimisi daha iyi hayat standartlarına kavuşmak için. Fakat neredeyse herkes hayatının bir döneminde geçici bir süreliğine ya da temelli göç deneyimini yaşamıştır. Hiç göç etmeyi deneyimlemeyen birileri varsa da onlar da en az bir kere düşünmüştür başka bir yerde yaşamanın nasıl olacağını ve defalarca başkalarının göç hikayelerini ya duymuştur ya da göç eden insanlarla temas etmiştir.
Dünya nüfusunun çok büyük bir kısmını ve insanlık tarihini ve kültürlerin birbiriyle tanışmasında ve etkileşime girmesinde bu denli önemli bir fenomendir. İşte tam da bu yüzden göç hikayelerini dinlemek onlara kulak vermek ve onların deneyimlerini paylaşmalarını sağlamak amacıyla göç hikayeleri yazı serisini başlatmak istedim. İster iç göç ister dış, ister geçici ister temelli göç edenlerin hikayelerine yer verebilmek ve göçün, göç eden üzerindeki etkisini anlayabilmek adına.
**
Bu ilk göç hikayesinde, şu anda Arjantin’de bulunan Türkiye’li bir genç kadının deneyimlerini paylaşmak istiyorum sizlerle. S.K’ya soruları yöneltmeden öncelikle kendisini tanıtmasını istedim;
S.K. : Ben hayata tutunma serüvenime Türkiye’de hemşire olarak başladım. Daha sonra dünyayı gezmeye başladım. En az 4 dili akıcı konuşabilme ve dünyayı gezme amaçlarıma, kendimi multiprofesyonel biri olarak yetiştirip, çoğu alanda yeterli düzeyde el becerisine sahip olma amacımı da ekleyerek yoluma devam ettim. Tarımcılık, permakültür, terzilik, pastanecilik, berberlik gibi el becerisi gereken işlerde gönüllü olarak çalıştım. Bunun yanında sanatçı olarak Arjantin ve Türkiye’de kendi eserlerimle sergilere katıldım. Şu an bu serüvenime online Türkçe öğretmenliği yaparak devam ediyorum. Bir senedir Buenos Aires’te yaşıyorum. Burası benim ikinci evim diyebilirim.
O.Y. : Türkiye’den Arjantin’e göç etme süreciniz nasıl gelişti? Karar alma süreci (sebepleri ile birlikte) anlatabilir misiniz?
S.K. : Ben şu an eşim sebebiyle Arjantin’de yaşıyorum. Onunla Latin Amerika gezimde tanıştım. Bir süreliğine göçebe bir hayatım olmuştu.
Ailem yabancı biriyle evlenmemi istemediği için, evlilik kararı alma ve bunu gerçekleştirme süreci, göçmen olarak bir yere taşınmaktan çok daha zor oldu diyebilirim. Özgür bir Türk kadını olarak kendi kararlarımı aldıktan sonra ailem de durumu kabul etti. Bu göçmenlik sürecimde benim için en büyük destek oldu. Çünkü çoğu kişinin aksine doğduğum, büyüdüğüm yerden uzak kalmak benim için çok zor değildi.
O.Y. : Arjantin’deki ilk zamanlar nasıl geçti? Sizi en çok zorlayan kültürel faktörler nelerdi?
S.K. : Buraya 2019 yılının başında geldim ve 3 ay kaldım. Turist olarak bu ülkeye aşık bir şekilde ülkeden ayrıldım. O zamanlar beni zorlayan kültürel hiçbir sorun olmadı. 2022 yılında yaşamak için geldiğimde daha çok zorlandım çünkü toplumu daha iyi tanıdım. Burada yaşayan insanlar Türkler hakkında hiçbir şey bilmiyorlar ya da yanlış şeyler biliyorlar. Bir süredir buna alışmaya çalışıyorum. Bunun dışında bu ülkede hangi dine, dile, cinsiyete vs mensup olduğunuz hiç önemli değil. İnsanlar ne giydiğinizi ve nereden geldiğinizi gerçekte önemsemiyorlar. Onlarının dillerini konuşmanız onları çok mutlu ediyor. Bu açıdan diğer ülkelere kıyasla çok ayrıcalıklı bir yer olduğunu düşünüyorum.
O.Y. : Sahip olduğun kimliklerin temas ettiğin Arjantin toplumunda ne gibi bir karşılığı vardı?
S.K. : Bu toplumda benim sahip olduğum kadın, Türk kimliklerinin bir karşılığı vardı ama doğru karşılığı yoktu.
Osmanlı döneminde Osmanlı pasaportuyla Arjantin’e gelen Suriyeli, Lübnanlı binlerce insana ‘Los Turcos’ yani Türkler diyorlar. Buraya gelen gruba Ermeniler de dahil ama onlar kendilerine ‘los turcos’ denilmesine izin vermemişler. İlginçtir ki, yıllarca Türkiye’de yaşamış Ermeniler dışında burada Türkçe konuşan göçmen yok. Yani Türk sandıkları Araplar değil de Ermeni diye Türk sınıfına koymadıkları insanlar Türkçe biliyor. Bu çok ilginç bir durum. Yerliler için de büyük bir karmaşa.
Aradan geçen birçok jenerasyona rağmen hala Türkiye’nin Türkçe konuştuğunu, laik ve demokratik bir ülke olduğunu bilmiyorlar. Nedenini sorduğum birçok kişi bu sorunu uzaklığa bağlıyor. Kişisel olarak eğitimde batı tarihinden daha çok söz edilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Burada yaşayan insanların büyük çoğunluğu Avrupa’dan göç eden insanlar olduğu için daha iyi yaşam standartları için Türkiye değil, Avrupa daha cazip geliyor. Bu da bilgi eksikliğinin başka bir nedeni bu olabilir.
O.Y. : Göç etme sizin için ne anlam ifade ediyor?
S.K. : Kendimizi ait hissettiğimiz yerin evimiz olduğunu düşünen biriyim. Diğer yandan evimiz diye tanımladığımız hiçbir yer, doğduğumuz yerden bizi tam anlamıyla koparamıyor. Buna son günlerde meydana gelen büyük depremde bir defa daha şahit oldum. Binlerce kilometre uzaklıkta doğduğum ülkedeki insanların acılarını paylaştım, paylaşıyorum. Dünyanın her yanına göç edebiliriz. Orada yıllarca yaşayabiliriz. O ülkenin dilini öğrenebiliriz ama bir gün istesek de istemesek de büyüdüğümüz yerin acılarını, dertlerini paylaşırız. Dünya vatandaşı olsak da göbeğimizin kesildiği bir yer olduğu gerçek. Belki de bu gerçek binlerce kilometre öteden aynı duyguları paylaşmamızı sağlıyor.
O.Y. : Bir süre göçebe yaşadığından bahsettin. Seni göçebe yaşama iten şey neydi?
S.K. : Türkiye’de yoğun bakımda çok stresli şekilde çalışıyordum. Kazandığım parayı gezmek için harcıyordum. Ev, araba almayı hiç istemedim. Bu vesileyle kendime yatırım yaparak İngilizce öğrendim. Çizim yeteneğimi geliştirdim çünkü hayata kalmam gerekiyordu. Tek başıma birçok ülkeyi gezdim. Gezen insanlar bu durumu çok iyi bilirler ki , daha fazla keşfetmek doyumu olan bir his değildir. Daha fazla yeri ve dili keşfetme arzusuyla Latin Amerika’ya tek yönlü bir bilet aldım ve bir sene boyunca göçebe yaşadım. Gönüllü çalıştığım yerlerdeki insanlar bana evlerini açtılar. Yemeklerini, hikayelerini paylaştılar. Bir sene sonunda ben çok değişmiştim. Bunu her konuda hissediyordum.
O.Y. : Bu süreçte ne gibi değişiklikler hissettin?
S.K. : Her şeyden önce özgüvenim ve benliğimin farkına vardığımı hissettim. Benlik kavramının basit bir kelime olduğunu düşünmüyorum. Neyi, neden istediğinizi, yaptığınızı, düşündüğünüzü sorgulamak ve doğru cevapları bulmak sanıldığından daha zor olsa gerek. Buna din, politika gibi inandığınız her şeyi dahil edebiliriz. Günde 10 saat çalışan bir insan bu gibi soruları sormak şöyle dursun ‘’mesleğim olmadan, beni ben yapan ne var?’’ sorusunu bile soramıyor. Sanırım aldığım en iyi karar hayatımdaki negatif ve toksik kişilerden uzaklaşmamdı. Arjantin’de yaşamaya başladıktan sonra geçmişe bakınca aradaki farkı daha iyi anladım. Bireysel farkındalığım açısından burasının bana katkısı çok büyük.
O.Y. : Yaşadığın ülkelerin göç politikaları hakkında neler düşünüyorsun? Uygulanan göç politikaları senin göçmenlik deneyimini nasıl etkiledi?
S.K. : Daha önce bahsettiğim gibi Arjantin , diğer ülkelere kıyasla özgürlükçü ve ırkçı olmayan bir yaklaşıma sahip. Öyle ki Perulular, Çinliler, Bolivyalılar ve Avrupa’dan göç etmiş Yahudiler işçi topluluğunun büyük kısmını oluşturuyor. Arjantin nüfusunun çok büyük bir çoğunluğunun 18. yüzyılda İtalya ve İspanya’dan göç edenler olduğunu düşününce, oldukça ılımlı göç politikasının nedenini anlamak hiç de zor değil. Şu ana kadar bu topraklarda göçmenlik konusunda büyük bir sorun olmamış olsa da, son zamanlarda medyada vatandaşlık almak için Arjantin’de doğum yapan Rus kadınlara eleştiriler getiriliyor. Umarım ırkçılık bu topraklarda etkisini hiç göstermez.
O.Y. : Kimlik, vatan, göçmen, öteki ve sınır gibi söylemler sizin için ne anlam ifade ediyor?
S.K. : Bu kelimelere yaklaşımım her yıl değişiyor ve bunun iyi veya kötü bir şey olduğundan tam emin değilim. Bu konuda oldukça fazla düşünmeme rağmen rasyonel bir şekilde yaklaşmak kendi adıma çok zor.
Kendi kimliğimden tamamen uzaklaşınca doğduğumuz yer dolayısıyla bizlere verilen kağıt parçalarının her ülkede farklı değerde olmasını gereksiz buluyorum. Neden sınır kapılarımız ya da vize uygulamamız olduğunu bile anlamakta zorlanıyorum. Bana göre bugün mülteci ve sığınmacı kavramlarını konuşmamızın asıl sebebi bu. İlerleyen kısımlarda buna değineceğim.
Tekrar kendi kimliğime bürününce bu düşüncem kısmen kayboluyor çünkü Türkiye gibi jeopolitik öneme sahip bir ülkenin göç politikasını destekle(ye)miyorum. Öncelikle ben dahil dünya üzerindeki herkes daha iyi şartlarda yaşamak için çaba gösteriyor. Aynı sebeple insanların Türkiye’ye gelmesi gayet anlaşılabilir. Diğer yandan, sayılarla Türkiye’deki mülteci ve sığınmacıları kıyaslayacağımız bir ülke bile yokken eğitimsiz genç erkek mülteci, sığınmacı nüfüsundaki artış güvenlik açısından beni tedirgin ediyor. Bunu özellikle kadın kimliğimle söylüyorum. Söz konusu vatansa romantizm yerine rasyonelci yaklaşma refleksi, bugün dünyada kabul görülen milliyetçi anlayışın bir gerekliliği.
Gelişmiş ülkelerde genç, eğitimli göçmene, onların milliyetlerine bakılmaksızın fazlasıyla değer verilirken, eğitimsiz ve genç göçmene, sığınmacıya, mülteciye değer verilmiyor. Çok bariz bir şekilde burada, eğitimin ekonomiye ve topluma faydası söz konusudur. Türkiye’deki gelişmiş bir eğitim sisteminde Türkiye’ye gelen her gencin topluma, ekonomiye kazandırılması söz konusu olsaydı, şu an çok farklı şeyler konuşuyor olabilirdik. Mesela bunu kanıtlamış bir Türkiye önderliğinde diğer ülkelerin de daha fazla mülteci, sığınmacı kabul etmesine hatta beraberinde dünyadaki ırkçılığın azalmasında öncü bile olabilirdik ama şu an bu kulağa oldukça ütopik geliyor.
Cevabımın başında sınırların ve vizelerin olmaması gerektiğini söyledim. Biz insanlar kendi sınırlarımızı kurup insanların sahip olacağı haklarını kendimiz belirlediğimiz için bu sorunların olduğunu düşünüyorum. Kısacası bu bana göre bir çeşit ‘’homo sapiensvari’’ bir sorundur.
Doğduğum ülkenin vermiş olduğu overthinking sendromu sayesinde bugün bunları düşünüyorum. Birkaç yıl sonra farklı düşünmem mümkündür ve Türkiye şartlarında normaldir. ☺
O.Y. : Eksik bıraktığını düşündüğün ya da eklemek istediğin bir husus var mı? Kişisel deneyimine dayalı paylaşmak istediğim bir anektodu aktarmak ister misin?
S.K. : Son sorunun devamı niteliğindeki bazı düşüncelerimi de paylaşmak istiyorum. Benim çözüm olarak düşündüğüm tek şey dünyadaki herkesin eşit, parasız, kaliteli eğitim alması. Aslında çok basit bir çözüm gibi gözükse de buna din, milliyetçilik ve kültürlerin getirdiği majör faktörler eklenince dünyada uygulanabilirliği imkansız hale geliyor.
Bazı kültürler için istisnalar olsa da ortada bariz bir döngü var ve kimse bunu farkında değilmiş gibi geliyor.
Şöyle ki ; modern dünyamızda insanlar sınırları belli bir ülkede doğuyorlar. Onlara sunulan eğitim çerçevesinde yeterli eğitim almayanlar kontrolsüz üreyebiliyorlar. Kontrolsüz bir şekilde büyüyen ve her bir çocuğun gereksinimini karşılayamayan aileler, yine toplumun genelindeki eğitimsizlikten kaynaklı çıkan politik sorunlardan dolayı daha iyi yaşam şartları arıyorlar. Döngünün devamında gittikleri ülkedeki (bazı ülkeler hariç) kalitesiz eğitimle daha da büyüyen ailelerin çocukları yine eğitimsiz jenerasyonları oluşturuyorlar. Bu döngü sayısız ülke değiştirmeye ve sayısız jenerasyona kadar gidiyor gibi gözüküyor. Umarım dünyada bu döngünün bittiği bir yer olur.
Yazarın Dİğer Yazıları
Göç Hikayeleri-2: Polonya
5 Temmuz 2023Depremzede Olamama Hali
18 Ocak 2023Söylemin Gölgesinde
7 Ocak 2023Yeni Ötekiler
26 Aralık 2022