''Bir yer düşünün; cep telefonu, bilgisayar, cüzdan gibi eşyaların çadırların önündeki masalara bırakıldığı, masanızdaki bir tava menemene gelen geçenlerin ekmek bandırıp yollarına devam ettikleri, bir yer düşünün herkesin tanısın tanımasın bir diğerine gülümseyerek selam verip sohbete başladığı. Bir yer düşünün şarkıların şiirlere, şiirlerin oyunlara karıştığı.''
…tiyatro sanatı direngendir ve tüm engellemelere rağmen bin yıllar boyu var olarak topluma fener olmuştur ve o güzel insanlar atlarına binip gitmemişlerdir hala ki, böyle güzel oluşumlar varlığını sürdürebilmektedirler.
Bir yer düşünün; cep telefonu, bilgisayar, cüzdan gibi eşyaların çadırların önündeki masalara bırakıldığı, masanızdaki bir tava menemene gelen geçenlerin ekmek bandırıp yollarına devam ettikleri, bir yer düşünün herkesin tanısın tanımasın bir diğerine gülümseyerek selam verip sohbete başladığı. Bir yer düşünün şarkıların şiirlere, şiirlerin oyunlara karıştığı. Bir yer düşünün ki, alanında uzman eğitmenlerin yılların birikimlerini bila bedel aktardıkları, yanan kamp ateşinin etrafında insanların halay çekip, oyunlar oynadıkları. Bir yer düşünün sadece keyifli anlarda değil, sıkıntının baş gösterdiği o anlarda da birbirlerine kenetlenen insanların oldukları bir yer…
Mümkün mü böyle bir yer? Mümkün canım kardeşim, mümkün. Her geçen gün bizi insan yapan değerlerimizden uzaklaştığımız, asansörde birbirimize selam vermekte zorlandığımız, koşturmacanın içinde nefes almayı unuttuğumuz günlerde, Manisa’nın Salihli ilçesinin Sart köyünde buldum ben o yeri. O yer ki, 8 yıldır nice güzel anılara, nice birikimlere, nice dönüşümlere sebep olmaktaymış da ben ancak yeni keşfetmişim. Sen de belki şimdi duyacaksın o yeri benden ve belki de bir sonraki yıl karşılaşacağız seninle orada ve kamp ateşinin etrafında gülümseyerek birbirimizle sohbete başlayacağız birdenbire.
Tiyatro sevdalıları, tiyatronun doğduğu yerin Batı Anadolu olduğunu bilirler elbet, Dionysos şenliklerine de aşinadırlar ama çoğumuz bilmeyiz ki, tiyatronun doğduğu Dionysos şenliklerinin gerçekleştiği o topraklar Manisa’nın Sart köyünün sınırlarındadır. Nasıl yani diyorsun şimdi değil mi, gel kulak ver o zaman bana.
Sart Köyü, Lidya Krallığının başkenti Dionysos’un doğduğu topraklar olarak bilinen yer. Bir yanında Sart Çayı (Paktolos) diğer yanında Bozdağ (Tumolos) dağının yamaçlarındaki görkemli Artemis Tapınağı’nın yer aldığı yaşlı çınarların gölgesindeki bir kamp alanına götürüyorum şimdi sizleri. Güneşin kavurucu sıcağı bastırmış sabahın daha sekizinde. Bir gölgelik yer bulup çadırı kurma telaşesinde iken, ak saçlarının yüzünün aydınlığını saklayamadığı, içindeki coşkunun ve insan sevgisinin bedeninin her kıvrımına yansıdığı bir adam tüm sevecenliğiyle yaklaşıyor yanımıza. Öncesinde telefonda konuştuğumuz, her sorumuza incelikle ve detaylıca cevap veren Rasim Hoca olduğunu anlayıveriyoruz hemen.
Rasim Aşın, tiyatroya sevdalı kocaman bir yürek. Öğretim Üyesi, Pedagog, Rejisör, Doktor. Rasim Aşın’ın tiyatroya adanmış bir ömrü ve bu alandaki çalışma ve eğitimleri ile dolu çok görkemli bir cv’si var. İlgilenen bu detaylara ulaşabilir ama ben Rasim Aşın’ı herkesi sevgi ile kucaklayan, elinde seyyar ses cihazı ile sürekli katılımcıları atölyelere çağıran, telefonu ile etkinliklerin her anını kayıt altına alan ve hiç yerinde durmayan atom karınca, dünya tatlısı idealist bir insan olarak tanıtmak istiyorum sizlere. Rasim Aşın, elini taşın altına koymaktan çekinmeyen, doğduğu topraklara, köyünün insanlarına hizmeti görev edinip, aynı zamanda tiyatro sanatının dönüştürücü gücüne inandığı için bu Tiyatro Festivali’ni düzenlemeye 8 yıl önce Salihli Tiyatro Gönüllülük Hareketi dostları ile birlikte girişmiş.
Sergilerin tekbir sesleriyle basılıp, heykellerin parçalanmaya çalışıldığı, festivallerin engellendiği, sanatçıların konserlerinin iptal edildiği günlerde, devlet ya da özel hiç bir kurumdan hiç bir maddi destek istemeden ve vermek isteyenden de kabul etmeden, sanatçıların dayanışmalarıyla sanatseverleri bir araya getiren Dionysos Tiyatro Eğitim Kampı; Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” adlı şiirindeki şu mısraları tekrar anımsattı bana:
“Bilmezlikten gelme Ahmet abi, Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır.”
Evet canım kardeşim o umudun dürtülmesi, umutsuzluğun yatıştırılması lazım. Kaldı ki, tiyatro sanatı direngendir ve tüm engellemelere rağmen bin yıllar boyu var olarak topluma fener olmuştur ve o güzel insanlar atlarına binip gitmemişlerdir hala ki, böyle güzel oluşumlar varlığını sürdürebilmektedirler.
Bu yıl sekizincisi düzenlenmiş olan festivalde birbirinden değerli eğitmenlerin çok farklı atölyeleri gerçekleşti gene. Peki, kampta bir günümüz nasıl geçiyordu diye merak ediyorsanız hemen anlatayım. Hababam Sınıfını izlemeyeniniz yoktur. O zaman hemen YouTube’a girin ve İnek Obası yazın. Şener Şen’in sesinden İnek Obası’nın tüm kamp alanına 07.30’da megafonla verildiğini hayal edin şimdi de. Uykunun en tatlı anında ilk duyduğunuzda “hop ne oluyor” diyeceksiniz ona şüphem yok. Ama sonrasında yüzünüzdeki o tatlı gülümsemeyi garanti edebilirim. İşte her sabah bu esprili uyandırılma şekli ile güne merhaba diyorduk kampta. Ardından beden açma çalışmaları, Tai Chi ve yoga sonrasında hızlıca bir kahvaltı yapılması lazım ki, atölyeler başlayacak. Oyunculuk atölyesi, Drama atölyesi, Dramaturji, Pantomim, Sinema, Müzik, Dans atölyeleri… Sanata dair söyleşiler, hareket atölyeleri, Karagöz Atölyesi, Forum Tiyatrosu, Playback Tiyatrosu, Yazarlık, Masal Anlatıcılığı, Doğaçlama atölyeleri. Hadi seç bakalım seçebilirsen. Açıkçası hiç kolay olmuyordu, zira hangi atölyeye katılırsan aklın diğerinde kalıyordu.
15-25 kişilik gruplar halinde yapılan atölyelerin 10. dakikasından itibaren kaynaşmaya başlayan katılımcıların Taş Sahne’den yükselen sesleri Dionysos ve avenesine selam gönderdi günlerce kamp alanından. Düşünsenize yapımı 120 yıl sürmüş ve dünyanın 7 harikasından bir olarak görülmüş olan Artemis Tapınağı’nda 2500 yıl sonra tekrar oyun sahnelendi ve bizler onu seyretme keyfine nail olduk.
Dionysos Festivali’nin sanatseverlere kattıklarını, atölyelerin ne kadar kıymetli olduğunu yaza yaza bitiremem ama diğer taraftan bu şenliğin Sart Köyü’ne kattıkları da çok önemli. Bir zamanlar 6,7 yaşında olan köyün çocuklarının tiyatro ile tanışmalarının üzerinden 8 yıl geçmiş ve o çocuklar şimdi oyun yazıyorlar, kendi kurdukları tiyatrolarda oyunlar sergiliyorlar. Hiç unutamam Eylül’ü. Onu sizlere anlatmam lazım. Eylül yemyeşil gözleriyle dünyaya ışıl ışıl bakan 10 yaşında dünya tatlısı bir kız çocuğu. Her atölyeye katılımcılardan önce gidip, ben de katılabilir miyim diye soran, performans sırası geldiğinde diğer kız arkadaşlarıyla sahneye fırlayıp, kah başına bir eşarp bağlayarak, kah eline bir değnek alarak performansını sergileyen civardaki yerleşimlerden gelen çocuklardan biri. Bu yaşlarda sanatın ve sevginin bilgi ile harmanlandığı yerlerde olan bu çocukların ileride neler başarabileceğini sanırım tahayyül edebiliyor ve çitlerle çevrili sitelere sıkışıp, başını telefonundaki oyunlardan kaldıramayan o çocuklardan birini yakinen tanıyan biri olarak iç geçirdiğinizi düşünüyorum. Ve tekrar Edip Cansever’e kulak veriyorum:
“O çocuklar büyüyecek, o çocuklar büyüyecek, o çocuklar…”
Kamp alanına gelmeden önce doğal olarak merak ettiğimiz bir şey vardı, o da gıda ihtiyaçlarının nasıl temin edileceğiydi. Kamp alanında alışveriş yapacağımız bir büfe olacak mıydı mesela, ya da yakınlardan temin edilebilir miydi? Gidince öğrendik ki, alanın içinde gıda maddelerinin satıldığı bir yer yoktu ama tüm alışverişimizi köyün içindeki esnaftan karşılayabilecektik. Ve başladık köylü ile hemhal olmaya. Bir akşam arkadaşlarla köfte yemeye çıktık. Mekânın adı “Doktor ’un Yeri”. Ufak bir dükkân, önüne ufak masalar ve tabureler atılmış. Mekân sahibi ellili yaşlarında, tıknaz sevecen bir adam. Köftelerimizin siparişlerini verir vermez buz gibi ev yapımı ayranlar geldi masamıza, ekmek arası köfte ve acı turşular. Aman yarabbi o ne lezzet. Yalnız bir sorun var üzerimizde yeteri kadar nakit yok. Biz utanıp sıkılırken Ufuk Usta, “e IBAN’a atın” deyiverdi. Ah ne güzel, hemen transfer edelim. Ve üstüne ekledi, “hesabınız şu kadar ama siz bana şu kadar fazlasını atın ben size nakit vereyim, böylece üstünüzde paranız olsun.” Gülüşerek ayrılırken şunu söyledik kendisine, ne güzel bir yer burası ustam hem yemek yiyor hem de üstüne para alıyoruz, soğuk ayran da cabası.
Köyde kime denk gelirsek, bizlere inanılmaz ilgi ve sevgi gösterdiler. Rasim Hoca’ya sevgi ve saygılarını dile getirirken, bu festivalin onlara sağladığı kazanımları aktardılar. Hatta kamp alanındaki etkinlikleri seyretme imkanını bulduklarından dolayı yılın bu zamanını dört gözle bekleyip, kamp sayesinde nasıl ailecek sosyalleştiklerinden bahsettiler.
İşte canım kardeşim bir tiyatro festivali düşünün ki hem katılımcılarını zenginleştirirken hem de köylüsüne katkı sağlasın. Köy meydanında yapılan performans gösterilerinde, palyaço kıyafetleri içindeki gençler, müzik son ses açık. Çocuklar heyecanlı gözlerle performanslar karşısında büyülenmiş, büyükler çocuk olmuş ve tüm tiyatro eşrafı müzik eşliğinde sokaklarda dans ederek, köylü ile merhabalaşarak yürüsün. Bir yer düşünün, köy meydanındaki kahvehanenin önünde sahnelenmekte olan tiyatro gösterisiyle okey taşlarının şakırtısı susmuş ve sanatçılar tek bir ağız olmuş sesleniyorlar göç temalı performanslarının ortasında.
“Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu bu davet bizim” (*)
Ve hep bir ağızdan defalarca, “bu davet sana, bu davet sana, bu davet sana”.
Evet canım kardeşim, insan evladı kaç yaşında olursa olsun, hangi ideolojiye sahip olursa olsun dönüşebilir. Evlerinin önünde oturmuş, çekirdek çitleyen kadınlar tiyatro ile buluşabilir, çocuklar küçücük yaşlarında oyun yazabilir, küsler barışabilir, yüreklere öfke tohumları yerine şairlerin şiirlerinden mısralar kazınabilir yeter ki, bir şans verilsin ve yeter ki yapılmakta olan bu güzel girişimlere balta ile değil sevgi ile karşılık verilebilsin.
Tiyatro oyunlarında temel konu çatışma üzerinden çıkar. Hatta bir karakter yaratımında önce karakteri olumlu özellikleri ile oluştururuz ve sonrasında da elimizden geldiğince o karakteri bozup parçalamaya çalışırız ki, çatışmaya gidecek yanları belirleyelim. Tiyatro hayatın içinden çıktığı için bu kadar gerçek ya. Festivalimiz tüm coşkusu ile ilerlerken 5. Günde o çatışmanın tohumu atıldı güzel kardeşim. Köyün muhtarının provokasyonu ve yalan beyanları ile kamp alanımızın elektrikleri kesildi. Bir grup oluşturarak önce Kaymakamlığa gittik, ardından da Belediye’ye. Ne tuhaf ki, her iki kurum da elektrik kesimi ile alakalı olmadıklarını bildirmişler görüşmeye giren heyetimize. O gün, kamp alanındaki kahkaha sesleri yerini hüzünlü ama isyankâr bir sessizliğe bıraktı. Herkesin zihninde tek soru: neden, biz ne yaptık ki? Kime zararımız oldu? Ama muhtarın söyledikleri yalan. Kimse çıplak gezmedi bu kampta, hayır asla kimse kimseyle uygunsuz şeyler de yapmadı. Ne münasebet nasıl yani, köylü bizden rahatsız mı, ama bu düpedüz yalan. Her birimiz köylülerle ayrı ayrı ilişkilendik ve her birinden bu festivale olan sevgilerini dinledik. Muhtarın derdi ne peki? Bir kadını mı katlettik, küçücük bir çocuğun intiharına mı sebep olduk, ağaçları mı kestik, köpekleri mi zehirledik, ormanları mı yaktık, tarım alanlarını talan mı ettik? Ne yaptık biz?
Ah… güzel kardeşim, işitiyor musun Edip Cansever’i?
“Boynu bükük duruyorsam eğer, içimden öyle geldiğinden değil, hem de hiç değil.”
İçimizden gelmiyordu neşelenmek ama enseyi karartmadık hiçbirimiz. Kamp ateşi yakıldı ve sabaha değin ateşin etrafında oturduk. Hani sözde bizden rahatsız oluyordu ya köylü, biri tutup jeneratör getirdi, diğeri geldi üzülmeyin benim tarlama taşırız çadırları dedi. Ertesi gün kamp alanından ayrılacak olanlarımız programları ne olursa olsun kamp alanını terk etmeme kararı aldı. Köyün içinde her karşılaştığımız esnaf, bize durumdan ne kadar üzüntülü olduklarını anlatırken sanki bir nevi özür diliyorlardı muhtarları adına. Gene yaptık atölyelerimizi, sözde ertesi gün elektriği tekrar bağlayacaklardı ama yapmadılar güzel kardeşim ta ki saat 18.00’i bulana kadar. Olmasaydı keşke ama oldu, bu da oldu işte.
Rasim Aşın hocam ve bu festivalin sürmesi için yıllardır emek veren dernek ve sivil toplum kuruluşlarının bu güzel çabalarının devam edebilmesi için hepimizin bu ateşe bir odun taşıması gerek. Dilerim ki, daha sonraki festivallerde kamp ateşi etrafında tiyatromuzun ve sanatçıların sorunlarının tartışılabildiği uzun soluklu sohbetler yapılsın. Köyde karşılaştığım kadınlarla sohbetlerimizde, onları etkinliğe davet ettiğimde, araç yokluğundan gelemediklerini söylemişlerdi. Dilerim ki, köy kadınlarının etkinliğe ulaşımları kolaylaştırılsın, dilerim ki sonraki yıllarda köy kadınlarının içinde yer alacağı dramatik etkinlikler yapılsın, dilerim ki bu festivalin dijital bir platformu olsun
ve festivalin hafıza kaydı tutulsun ve dilerim ki, bu ve bunun gibi festivaller hep yaşasın.
Canım kardeşim biliyorum uzattıkça uzattım ama bil ki, anlattıklarım anlatamadıklarımın sadece çeyreğidir. Bu yazı sana ulaştıysa bil ki bir nedeni vardır ve ben senden bir şey rica
ediyorum. Rasim Aşın’ın Sart Köyü’nde açmış olduğu ufak bir kültür evi var, ismi Dionysos Tiyatro Evi, ufak bir mekân. Önünde tiyatro oyunlarının sahnelendiği Toprak bir sahne var. İşte orada çocuklar oyun sahneliyor, o çocuklar o evdeki kitapları okuyorlar. İşe o kütüphaneyi zenginleştirmekle başlamayı önersem sana ne dersin? Dionysos Tiyatro Evi’ne tiyatro ile ilgili teorik ya da oyun kitapları yollamak istersen diye yazının sonuna adresi ekleyeceğim. (**)
Ve son sözü Edip Cansever’e bırakalım mı?
“Gülemiyorsun ya gülmek,
Bir halk gülebiliyorsa gülmektir.
Ne kadar da benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.”
Kabul et canım kardeşim, gülmeye ihtiyacımız var. Kabul et, bir arada olmaya ihtiyacımız var. Birbirimize dokunmaya, birbirimizi kucaklamaya ihtiyacımız var. Sanatın dokunduğu yerde dönüşümün gerçekleşeceğini kabul et ve bu dönüşümün önünde duranların karşısına çık, bazen bir jeneratörle dur karşısında, bazen bir bardak ayranla, bazen sadece orada olarak dur. Ve inadına gül kardeşim, inadına, enseyi karartmadan, umudu dürterek ve umutsuzluğu yatıştırarak inadına gül.
(*) Nazım Hikmet, Davet şiiri
(**) RASİM AŞIN, Sart Dionysos Tiyatro Evi: Sart Mustafa Nazmi Efe Meydanı, Kahveci İsa’nın Mekanı Sart- Salihli/Manisa
Yazarın Dİğer Yazıları
Afetler Ayrımcılık Yapmaz, İnsanlar Yapar
13 Şubat 2023Afgan kadınlar köleyken biz özgür olabilir miyiz?
13 Ocak 2023Suçlu bulundu : İç Barışı Tehdit Eden Kadınlar!
25 Kasım 2022Kafeslere sığmayan bedenler
11 Temmuz 2022Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet
10 Nisan 2022Fıs Fıs İsmail, Will Smith ve Bir Süreklilik Teması Olarak Ataerkillik
3 Nisan 2022Eril Aktörlerin Yitik Kurbanları
27 Mart 2022Dünya emekçi kadınlar gününde elleri düşünmek
7 Mart 2022Metaverse dünyasında kadınlar ve taciz.
12 Şubat 2022Sen Ne Çektin Be Havva
26 Ocak 2022Başarılı kadınların enselerinde vızıldayan erkekler
12 Ekim 2021İşgal ve İç Savaşın Ardından, Gericiliğin Kıskacında Afgan Kadınları
17 Ağustos 2021Peki ya insanın ürettiği kesin olan şiddet virüsünün aşısı?
11 Ağustos 2021Özgürlüğe Pedallayın Kadınlar!
5 Haziran 2021Kadın Katillerini Yetiştiren Kim?
1 Nisan 2021Kadınların Sahnesi Yeni Başlıyor
27 Mart 2021Hepimizin İçinden Yükselen Seslerin, Soruların Yankılandığı Bir Kitap; Uğultular
1 Mart 2021Makbul Analık Sorgusu
9 Şubat 2021Bir Sonra Katledilecek Kadın Ya Sen İsen?
5 Şubat 2021