O kadar alıştık ki acıya ve acıdan kaçmanın yolu olarak bir o kadar kapatıyoruz kendimizi bize ait olmadığını düşündüğümüz olan biten her şeye. Sokaktaki düğün artık bizim düğünümüz değil, katledilen kadınlar bizden çok uzak. Orman alanında yanmış küçük sincap kimin umurunda, sel uyarısı yapılmış bana ne, Karadeniz’dekiler düşünsün.
An gelip çoktandır kullanmadığın çantanı eline aldığında, An gelip bir kitabı karıştırırken sayfaları arasında yazmış olduğun bir notu bulduğunda, yıllar öncesinin duyguları, şimdiki sana yabancı ama bir o kadar tanıdıkken, zaman denen mefhumun perdelerini iki yana ayırıp o kadının omuzuna başını dayayıp sarmalamak ister gibi; katledilmiş kadınların mezarlarını açıp arta kalan ne varsa onlardan, her birine sarılmak istiyorum.
Yavru kedileri kürekle öldürüyorlar
Kadınları satırla…
Ormanlar yanıyor seyrediyorlar.
Sade laf. Bla, bla, bla…
Sosyal medyada birbirlerini linç ediyorlar.
Kadın katillerini salıyorlar.
Salınan katiller tekrar kadınları öldürüyorlar.
Ağaçları kesip, denizleri kirleterek dünyayı yaşanmayacak hale getiriyorlar.
İnsanlığa bela en büyük virüs; deltası, betası, kombosu değil insanların kendisi
Sokaktansa davul sesleri geliyor, düğün alayı gelmiş kızı evden alacak. Davulcu var gücüyle vuruyor tokmağıyla davula. Kadınlar, çocuklar adamlar açmış kollarını oynuyorlar. Düğün alayını seyrediyorum penceremden. Gelin damada gülümsüyor, damat geline. Gelin damada kur yapıyor, damat geline. Sonra radyodan kadın spikerin sesi yankılanıyor. 22 yaşındaki Azra Gülendam Haytaoğlu diyor, 22 yaşındaydı diyor. Parçalara ayrılmış bedeni… Katili her defasında kıyafet değiştirerek aynı valizin içinde bedenini evden dışarı çıkarıp ormana atmış. Kafasını ise uçurumdan aşağı attığı için bulamadılar diyor. Davulcu vuruyor tokmağa. Sokaktaki kalabalık coşmuş. Gelin hala gülümsüyor damada. Sonra sitenin camlarından bir adam çıkıyor. Ormanlar yanıyor, canımız yanıyor. Sizse burada davul zurna, çıkın gidin nerde yapacaksanız düğününüzü yapın orada…
O kadar yabancıyız ki artık birbirimize, o kadar benciliz ki artık. O kadar alıştık ki acıya ve acıdan kaçmanın yolu olarak bir o kadar kapatıyoruz kendimizi bize ait olmadığını düşündüğümüz olan biten her şeye. Sokaktaki düğün artık bizim düğünümüz değil, katledilen kadınlar bizden çok uzak. Orman alanında yanmış küçük sincap kimin umurunda, sel uyarısı yapılmış bana ne, Karadeniz’dekiler düşünsün.
İnsanın yıkıcılık kapasitesi ne kadardır diye düşününce; hamile kadınların karınlarının kesilerek bebeklerinin çıkartılmasından tutun da, kendilerinden olmayanların canlı canlı yakılmasına, din adına kafa kesip gülümseyerek fotoğraf çektirenlere, binlerce yıllık kütüphaneleri talan edenlere kadar say say bitmez. O zaman sorgulanması gereken belki de şiddetin nasıl bu denli kabul edilebilir oluşu ve tıpkı bir virüs gibi her gün bir ötekine hızla bulaşabilme gücüdür. Bir buçuk yıldır savaşmakta olduğumuz Covid19 virüsünün laboratuvar üretimi olduğuna dair tartışmalar halen sürerken ve bu illetten bir an önce kurtulmak için aşı çalışmaları hızla yapılmışken, peki ya insan eliyle üretildiği kesin olan şiddet virüsünün aşısı?
Evet, şiddet insan eliyle üremekte ve evet insanların söylemleriyle şiddete bakış açımız akla uygun hale getirilmekte ve medya söylemleri ile toplumsal algımız şekillendirilmekte. Bugün halen medyada ölen kadınların çarşaf çarşaf resimleri yayınlanarak bile bile mağdur suçlayıcılık yapılmakta, cinayetlerin detayları ayrıntılı olarak ifşa edilerek, toplum şiddete özendirilmekte ve konuşamayan ölü kadınlar yaşamda karşılaştıkları eril taciz ve tahakküme ölü bedenleriyle de maruz kalmaya devam etmekte.
Bugün HES kodunu İstanbul kartınla eşleştirmeden hiçbir toplu taşımaya binemiyorsun, insanları aşılanmaya karşı duyarlı hale getirmek için televizyonlarda, radyo kanallarında durmaksızın reklamlar döndürüyor ve bilinçlendirme programları düzenliyorsun. Yani isteyince her türlü felaketle, iyi ya da kötü ama bir şekilde mücadele ediyorsun da her geçen gün toplumu içten içe çürüten şiddet virüsü ile neden mücadele etmiyorsun?
Kendi ulusunun kadınlarına bu denli düşman, doğasına yapılan saldırılara bu denli sessiz, hayvanlarına yapılan eziyetlere bu denli duyarsız, sömürülen emeğine karşı bu denli hareketsiz kitlelerden oluşan uluslar ne kadar aşılanırsa aşılansınlar bu virüs her geçen gün daha da hızla yayılacak ve er ya da geç her birimizi yok edecek. Kimi zaman otobüste yer kapma yarışındaki insanlar arasında, kimi zaman çorbaya tuzu az atan bir kadının, kimi zaman işverenini tatmin edemeyen işçinin, kimi zaman evinden ekmek almaya giden çocukların, kimi zaman şortuyla otobüse binen kızların, kimi zamansa kuran kursundaki el kadar çocukların başında…
Ağzımıza taktığımız maskeleri çıkarabildiğimiz zaman değil ama gözlerimizdeki maskeleri indirdiğimizde, işte o zaman kurtulacağız virüslerden. O zaman…
Yazarın Dİğer Yazıları
Çölde Vaha Misali Bir Etkinlik
8 Ağustos 2023Afetler Ayrımcılık Yapmaz, İnsanlar Yapar
13 Şubat 2023Afgan kadınlar köleyken biz özgür olabilir miyiz?
13 Ocak 2023Suçlu bulundu : İç Barışı Tehdit Eden Kadınlar!
25 Kasım 2022Kafeslere sığmayan bedenler
11 Temmuz 2022Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet
10 Nisan 2022Fıs Fıs İsmail, Will Smith ve Bir Süreklilik Teması Olarak Ataerkillik
3 Nisan 2022Eril Aktörlerin Yitik Kurbanları
27 Mart 2022Dünya emekçi kadınlar gününde elleri düşünmek
7 Mart 2022Metaverse dünyasında kadınlar ve taciz.
12 Şubat 2022Sen Ne Çektin Be Havva
26 Ocak 2022Başarılı kadınların enselerinde vızıldayan erkekler
12 Ekim 2021İşgal ve İç Savaşın Ardından, Gericiliğin Kıskacında Afgan Kadınları
17 Ağustos 2021Özgürlüğe Pedallayın Kadınlar!
5 Haziran 2021Kadın Katillerini Yetiştiren Kim?
1 Nisan 2021Kadınların Sahnesi Yeni Başlıyor
27 Mart 2021Hepimizin İçinden Yükselen Seslerin, Soruların Yankılandığı Bir Kitap; Uğultular
1 Mart 2021Makbul Analık Sorgusu
9 Şubat 2021Bir Sonra Katledilecek Kadın Ya Sen İsen?
5 Şubat 2021