''Vergiyi ve fiyatları tayin eden Allah olunca, imanı kuvvetli emekçiye şükretmekten başka bir şey kalmıyor. Oysa, imanı kuvvetli emekçi, merkezin solunda sayılan Ecevit’i bir kalemde silip atmıştı. Hatta Demirel bile, “Boş tencerenin devirmeyeceği iktidar yoktur” diyordu. Gel gör ki, bu teori Tayyip Erdoğan’a işlemedi. Onca pahalılık ve enflasyona, “patates soğan güle güle Erdoğan” tepkisine rağmen Erdoğan iktidarını tazeledi, en çok da yoksullardan oy aldı.''
Yaşın 70 olmasına az kaldı. Alman SPD’nin efsane başkanı Willy Brandt’ın “19’unda komünist olmayanın kalbine, 29’unda kapitalist olmayanın aklına şaşarım” aforizmasına saygım var ama hep 19 yaşımdayım. Yaşımdan memnunum. Böyle desem de hakikat 70’e merdiven dayadığımı söylüyor. Bunca yıllık ömürde pahalılığı enflasyonu hissetmediğim, zamlarla cebimin boşaltılmadığı günler görmedim, bundan sonra da görmem. Olsun, yaşımdan memnunum.
Çocukken hayatı kavramaya başladığımda iktidarda Süleyman Demirel vardı. Ne zaman zam yapılsa büyüklerimiz “Demirel’in zamı...” diye başlayan müstehcen bir cümleyle protesto ederlerdi.
Sonra Ecevit’li yıllar. Bülent Ecevit zam yapmıyordu; fiyatları güncelliyordu.
Tekrar Demirel’li yıllarda, Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde yani, “Süleyman başvekil, işçi köylü aç sefil” diye tepki gösteriyorduk. Bir de “Zam zulüm işkence, işte faşizm” diye slogan attığımızı anımsıyorum.
***
Kenan Evren’li yıllarda zamlar süngü zoruylaydı. Evren, bir garsonun kendisinden daha fazla maaş almasına öfkeliydi. İktidara el koyar koymaz TÜRK-İŞ dışında sendikaları kapattı, grevleri yasakladı; IMF patentli 24 Ocak kararlarını, diğer adıyla istikrar paketini sahiplendi. Zamların gerekçesi ekonominin düze çıkması için katlanılması gereken “acı reçete” idi.
Süngü zoruyla içirilen acı reçeteye karşılık zamlara çare yoktu. İstikrar paketinin faturası emekçilere çıkartıldı. Bir araştırmaya göre, “Milli gelirden 1979’da yüzde 33 pay alan maaş ve ücretliler, 1988’de yüzde 15 pay alır duruma düştüler. Faiz, kira, kârdan gelir alanların, sermayenin payı ise 1979’da yüzde 43 iken 1988’de yüzde 69’a yükseldi. Tarımın payı aynı yıllarda yüzde 24’ten yüzde 16’ya indi.” (Ahmet Akif Mücek, 12 Eylül Askeri Darbesinin Ekonomi Politiği, Gökkuşağı Yayınları, İstanbul 2009, s: 160.)
***
Turgut Özal’lı yıllarda serbest piyasa ekonomisine geçilmişti; gerek kamu işletmeleri gerekse özel sektör patronları dilediklerince zam yapıyorlardı. Özal, “Çankaya’nın şişmanı, işçilerin düşmanı” idi. Bir de “zampiyon” diye lakap takılmıştı.
Her şeye karşın Özal açık sözlüydü, zamları piyasa ekonomisinin gereği sayıyordu; buna karşın “Seçimden önce zam yapacak kadar enayi değilim” diyordu. Memurların zamlardan bunaldığı eleştirilerine “Benim memurum işini bilir” diye karşılık vermişti. Kanaat önderleri bu sözleri “rüşveti meşrulaştırma” fetvası olarak yorumlamışlardı. Bu tür yorumlar umurunda değildi Özal’ın; memurun gerekirse ikinci bir işte çalışarak ya da çarşıda pazarda limon simit satarak ayın sonunu getireceğini kast etmişti ama nafile.
Gazeteci büyüğümüz Teoman Erel, memur sözlüğüne ciddi katkılarda bulunmuştu o yıllarda. Buna göre düzenli zam İNTİZAM idi. Zam, altından kalkılamayacak kadar ağır ise MUAZZAM olurdu. Piyasanın zamları karşısında ücretlere maaşlara yapılan zam tabii ki düşük kalırdı; Teoman Erel, bu gibi zamları HÜZZAM olarak adlandırmıştı. Nihayet CÜZZAM, yani öldürücü zam...
***
Turgut Özal, enflasyonu yüzde 10’a düşüreceği vaadiyle iktidara gelmişti; ama yüzde 30’la teslim aldığı enflasyonu yüzde 70 olarak teslim etti. Özal’dan sonra Süleyman Demirel 1990’lı yıllarda bir kez daha hayatımıza girdi. Yanı sıra Tansu Çiller. Zamların fiyat ayarlamalarının artık bir sorumlusu vardı: ENFLASYON CANAVARI.
Sözü uzatmayayım, enflasyon canavarı ve zamlar hayatımızda hiç eksik olmadı; ücretler ve maaşlar hep enflasyonun gerisinde kaldı. Çünkü, kapitalist ekonomide enflasyon, toplumsal artık değeri sermayeye ekleyen yasa dışı ahlak dışı bir vergi politikasıdır. 2000’lerin ilk yılında Ecevit tekrar iktidardaydı, yıllık yüzde 70 enflasyona karşılık çalışanların maaşlarına zammı yüzde 15’te tutmuş, emekliye ise yüzde 5’i reva görmüştü. Bu kadarcık maaş zammıCÜZZAM idi.
***
Talihsizlik buna denir, ömrümün son deminde 21 yıldır devr-i Tayyip’teyiz. Yine zamlar yine enflasyon. Hangi ürüne ne kadar zam geldi, yaşayarak görüyoruz. Fiyatlar günden güne haftadan haftaya değişiyor. Değişmeyen en yalın hakikat, ücret ve maaşların zamlara yetişememesi. Tayyip kendi maaşına yüzde 40 zam yaptı, emeklinin maaşına zammı yüzde 25’te tuttu. Motorlu taşıtlar vergisi de ikinci kez ödenecek.
Dediğim gibi yine zamlar yine enflasyon. Geçmişten farkı, Tayyip ekonomist olduğunu iddia ediyor; ekonomiyi nas ile (yani Kur’an ve sünnetin lafızları ile) idare ettiğini söylüyor. Diyanet’in de fetvası var zaten: “Şüphe yok ki fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah'tır!” Motorlu taşıtlar vergisinin ikinci kez ödeneceğini de herhalde Allah emretmiştir!
***
Vergiyi ve fiyatları tayin eden Allah olunca, imanı kuvvetli emekçiye şükretmekten başka bir şey kalmıyor. Oysa, imanı kuvvetli emekçi, merkezin solunda sayılan Ecevit’i bir kalemde silip atmıştı. Hatta Demirel bile, “Boş tencerenin devirmeyeceği iktidar yoktur” diyordu. Gel gör ki, bu teori Tayyip Erdoğan’a işlemedi. Onca pahalılık ve enflasyona, “patates soğan güle güle Erdoğan” tepkisine rağmen Erdoğan iktidarını tazeledi, en çok da yoksullardan oy aldı. (Seçimin dürüst adil ve oy hırsızlığından azade olup olmadığı tartışması bu yazının konusu değil.)
Sahi, yoksullar neden böyle davranıyorlar, neden sadaka ekonomisine razı oluyorlar, sağcı ve dinci siyasetçileri cezalandırmıyorlar? Düşünüyorum düşünüyorum, akıl erdiremiyorum. Dünya döndükçe adları rahmetle anılası Marks ve Engels’in buna verecek bir yanıtları vardır herhalde.
Bugünün geçmişten bir farkı da pahalılığa zamlara tepkiye devletin nasıl karşılık verdiğinde. Ecevit’in iktidarında zamlardan bunalanlar gönüllerince protesto edebiliyorlardı. Bir esnaf, Ecevit’in önüne yazar kasa fırlatmıştı. Başka bir esnaf akaryakıt zamlarını protesto etmek için Başbakanlık binası önüne tankerini park etmişti. Bugün böyle protesto eylemleri yürek istiyor. Sonu Silivri ya da Sincan F Tipi’dir. Medyanın ne durumda olduğuna değinmeye kalksam yazının sonu gelmez.
Ben garip, bu gibi durumlarda çoğu kez Marks ve Engels’in yanı sıra “ne ahvaldeyiz” diye Pir Sultan Abdal’a sorarım. Bugünkü ahvali sordum, ulu ozan şöyle karşılık verdi:
Şu zalim zamcının ettiği işler
Garip emekçiyi perişan eyler
Yağmur gibi yağar başıma zamlar
İlle arsızın zamları pareler beni
Zam günümde dost düşmanım belloldu
On vergim var ise şimdi elloldu.
Vergi kemendi boynuma takıldı
Gerek soya gerek döveler beni
Ben garip emekçi can göğe ağmaz
Şahsı emretmezse o zamlar yağmaz
Şu puştların zammı hiç bana değmez
İlle şahsın zammı pareler beni
Netice-i kelam, emek/sermaye kavşağında sermaye yoluna gidenlerin bahçeleri bahar görmesin!
Yazarın Dİğer Yazıları
Can'ları Bağlıyorlar İtleri Salıyorlar
3 Ocak 2024Vatan Haini Bile Sayılmamıştık
19 Aralık 2023Askeri Faşizmden Dİnci Faşizme Cezaevleri
13 Aralık 2023'Müslümanların Ahlakla İmtihanı'
7 Aralık 2023Müslümanların Ahlakla Bitmeyen İmtihanı
1 Aralık 2023Gazze İçin Timsah Gözyaşları
11 Kasım 2023Kutlanacak Cumhuriyet Kaldımıki?
1 Kasım 2023Firanvunlardan Netanyahu'ya ve Erdoğan'a
23 Ekim 2023Dİnci Faşizmin Kabusu Gezi Direnişi
12 Ekim 2023Ordu gözbebeğimizdir!
28 Eylül 2023İslam Temizlik Diniyse Neden Ortalığı..?
1 Eylül 2023Barış da Düşman Ceza Hukukunun Kurbanı
26 Ağustos 2023İslami Magandalık
15 Ağustos 2023Maganda Politik
7 Ağustos 2023Mizah Bahçelerindeki Sararmanın Hüznü
2 Ağustos 2023Halkçı Hayal Kırıklığı
28 Temmuz 2023Tayyip NATO'yu Dİze Getirdi!
14 Temmuz 2023Osmanlı Nasıl Savaşıyordu, Rus Nasıl Savaşıyor?
11 Temmuz 2023Merdan'a Namerdan Hukuk
4 Temmuz 2023