Her ne ile ilgileniyorsak lütfen bırakalım! Doğanın yaklaşan sessiz çığlıklarına sessiz kalmayalım! Maden uğruna zeytinlikleri yok etme yetkisi veren kararnameye topyekûn karşı çıkmanın, kâbus gibi katliamların önünde duvar olmanın zamanı şimdi. O çığlıklar hepimizi boğmadan harekete geçelim. Hiçbir konu, yaşadığımız kadim coğrafyada, şu anda bundan daha önemli değildir!
Şu son iki yıl süresince yaşamakta olduğumuz pandeminin, ekolojik yıkımların, ekonomik darboğazın ve şimdi de Üçüncü Dünya Savaşı endişesi ile birlikte dehşet içinde takip ettiğimiz Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin getirdiği türlü travmaların ve psikolojik gerilimlerin ağırlığı altında ezilmeye başladık. “Daha başka bir hayat mümkün değil mi?” diye kendi kendinize sormaya başladıysanız şayet, bezginliğin dibine doğru yol alıyorsunuz, demektir.
Şu anda ben o durumdayım…
Üst üste gelen sıkıntıların arasında, umudumuzu yeşertecek bir ufak güzel habere de denk düşüversek artık…
Ama olmuyor işte…
Bir önceki yazımın devamı olarak küresel sorunları ve geleceğe yansımalarını ele almaya devam edecekken, geçtiğimiz 1 Mart’ta gündeme bomba gibi düşen bir haber, ayarlarımı iyice bozdu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, tüm gündemlerin ilk sırasında yer alırken, 1 Mart’ta, Resmi Gazete ’de yayınlanan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın, 3573 Sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkındaki Kanun’a aykırı olarak hazırladığı ‘Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’ tüm dengemi altüst etti. Madencilik Yönetmeliği'nin 115. maddesine eklenen bir fıkra ile zeytinlik alanlarında madencilik faaliyetlerine izin verilmesi, madencilik faaliyetleri için zeytinliklerin taşınması, taşınan, yok edilen zeytinlik alan kadar alanın zeytinlik olarak tesis edilmesi kararlaştırıldı.
Resmi Gazete'de yayımlanan kararın tamamı şu şekilde:
"Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla Genel Müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir.”
Olacak şey değil!
TBMM Çevre Komisyonu CHP Sözcüsü İzmir Milletvekili Murat Bakan’ın konuya dair söylediklerini okuyorum:
“İnsan aklıyla alay edercesine yönetmelikte ‘Madencilik faaliyeti yürütecek kişinin madencilik faaliyetleri bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceği’ ifade edilmiş. Tahrip edilen zeytinliğin rehabilite edilip eski haline getirilmesi nasıl mümkün olabilir? Maden işletiyorum bahanesiyle zeytinliği talan edip, ekosistemi yok edip, fide diktiğinizde orayı rehabilite etmiş mi oluyorsunuz? Bin yıllık, beş yüz yıllık ağaçları yok edip yerine yenisini ekmek nasıl bir rehabilite? Bu nasıl bir kamu yararı? Dünya yenilenebilir enerjiye yönelmişken, kömürlü termik santraller çağ dışı kalmışken, siz kömürlü termik santraller için zeytinlikleri yok edecek kararı hangi akılla verdiniz?”
Kâbus görmeye devam ediyoruz…
Şimdi ne olacak? Kutsallığın, bolluğun, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın ve yeniden doğuşun, kısaca insanlık için en önemli erdem ve değerlerin sembolü zeytin, insan hırsının, rantın, talanın yeni kurbanı mı olacak? Beyaz bir güvercinin Nuh'un gemisine tufan sonrası canlılık belirtisi olarak, ağzında zeytin dalı ile dönmesi nedeniyle, yüzyıllardır barışın simgesi kabul edilen zeytinin katledilmesi ile birlikte barıştan, huzurdan söz edebilecek miyiz? Geçmişten devraldığımız en büyük varlığımızı, bize armağan edilen bu nimeti, gelecek kuşaklara miras bırakamayacak isek bizim varlığımızın dünya için anlamı nedir? Sürdürülebilir güzel bir yaşama katkıdan uzak sadece tüketen canlılar olarak mı bu topraklarda hüküm sürmeye devam edeceğiz?
Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Hayır, böyle olamaz…
Zeytin alanları sadece bizim değil… Bir zeytin ağacının dibindeki oyuk, tavşanın ve yavrularının yuvası; o ağacın gövdesi sincabın barınağı; baharda Afrika’dan gelen üveyik kuşunun misafirhanesi; zeytin dibinde, meşe fidanının yanında, bukalemunun ve kaplumbağanın kapı komşusu orkidenin yaşam alanı; zeytin tohumlarını taşıyarak yeni zeytinlerin filizlenmesini sağlayan karatavuğun arkadaşı; meşe palamutlarını zeytinliklere diken alakarganın beslenme alanı. Ne hakkımız var birlikte yaşadığımız canlıları barınaksız bırakmaya? Kim oluyoruz biz? Ne vakit anlayacağız bu dünyanın sahibi değil misafiri olduğumuzu?
“Yunan mitolojisine göre Zeus, kendisine en değerli hediyeyi verene kentin koruyuculuğunu verecektir ve bunun için bir yarışma düzenler. Denizlerin tanrısı Poseidon, Zeus'a uzak diyarlara dahi uçarak gidebilen ve savaşta yenilmeyecek bir at armağan eder. Athena ise zeytin ağacını. Yarışma çetindir çünkü ikisi de Zeus'a dünyanın en güzel hediyesini vermek isterler. Kuşkusuz dünyanın en uzak diyarlarına gidebilecek ve yenilmez savaşçı bir at mükemmel bir hediyedir, ancak zeytin ağacı daha mükemmeldir. Zeytin ağacının muazzamlığı karşısında başta Zeus olmak üzere tüm tanrılar, tanrıçalar büyülenmiş ve ağacın kutsallığı karşısında donakalmışlardır. Tüm hırsına ve kazanma isteğine rağmen Poseidon bile zeytin ağacından o kadar etkilenmiştir ki, aralarındaki çekişmeye rağmen zeytin ağacının üstünlüğünü kabul eder. Bunun üzerine, Athena zeytin ağacından bir dal kırıp Poseidon'a verir ve öylece aralarındaki düşmanlık zeytin ağacının rakipsiz güzelliği karşısında yok olur. O günden sonra Athena'nın ismi Atina kentine verilir. "Düşmana zeytin dalı uzatmak" deyimi de neredeyse tüm dillere tam da bu mitten gelmiştir. Çünkü Zeytin ağacı, düşmanınızın dahi kıyamayacağı güzellikte ve kutsallıktadır...”
Güzel ülkemizin güzel ve kutsal zeytinliklerine nasıl kıyılacak şimdi?
Tepkiler her cepheden büyüyor. Sanatçılar, aydınlar sosyal medya aracılığıyla tepkilerini dile getiriyorlar. Konu yargıya taşınıyor, Türkiye Barolar Birliği ve siyasi partilerin bir kısmı harekete geçti. Biz de vatandaş olarak tepkilerimizi gür bir sesle tüm kanallarda ortaya koymalıyız. Daha fazla geç olmadan…
Sözlerimi ben de o çok bilinen efsane ile tamamlayayım:
Antik Çağın büyük ozanı Homeros, bir zeytin ağacının gölgesinde oturur. Zeytin ağacı dile gelir ve Homeros'un kulağına şöyle fısıldar:
"Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Sen gelmeden önce buradaydım ve sen gittikten sonra da burada olacağım."
Biz gideceğiz, zeytin kalacak. Çünkü zeytin sonsuzluktur.
Yazarın Dİğer Yazıları
Ekoloji örgütleri: Tüm varlıklar için özgür, eşit ve adil bir yaşam!
29 Ocak 2023Kooperatifler halkların gıda egemenliği anlayışına uygun örgütlenmeli!
26 Haziran 2022Tek yol: Halkların Gıda Egemenliği ve hemen!
22 Mayıs 2022Kaderimizi gıda mı belirleyecek?
11 Nisan 2022Paris İklim Anlaşması, bir anlaşma mı yoksa bir aldatmaca mı?
7 Şubat 2022'Kanal İstanbul' müsilajı bitirir mi? Yoksa her ikisiyle yaşam mı biter?
20 Haziran 2021Koronavirüsle birlikte eşikte bekleyen bir başka sorun: Susuzluk…
24 Nisan 2021Sorular bitmiyor: Aşı gerçeğinin acı yüzü
25 Kasım 2020Eğitim pandemi kıskacında, dümen tutmuyor.
29 Eylül 2020CORONA'nın Düşündürdükleri ve Öğrettikleri - 2
17 Nisan 2020Corona'nın düşündürdükleri ve öğrettikleri
9 Nisan 2020'Tedbir tehlikeye göredir'
2 Nisan 2020