Yazmak istediği kitaplardan birincisi, ODTÜ’lü yıllardan başlayarak, THKO ’nun kuruluşu ve Denizlerin idamına uzanan yıllardı. 1968’leri birçok kişinin yazdığını, ancak bir kadın olarak kendisinin de ayrıca aktarmak isteğinde olduğu deneyim ve anılardan söz ediyordu..
Gülay’ı toprağa verdiğimiz 21 Ekim’in üzerinden bir ay geçmiş. Ellerimizle O’nu toprağın koynuna bırakmış olsak da O’nun ölmüş olduğunu kabullenmek hala çok zor. Her ölüm zamansızdır denir ya, Gülay’ınki çok zamansız oldu. Hastalığının kaçınılmaz olarak kısa bir süre sonra O’nu aramızdan alacağını bilsek de biz normal hayatımızı, buluşma ve tartışmalarımızı sürdürüyorduk. O, başladığı işleri bitirme arzusu ile çevresi ile ilişkilerinde hiçbir değişikliğe meydan vermeden yaşamına devam ediyordu.
Hastalığını kısa bir süre önce öğrenmişti. Ölümünden neredeyse beş ay önce. Hastalığını öğrendiği günlerde tek merak ettiği şey; yapamadığı işleri tamamlayacak kadar zamanı kalmış mıydı? Uzun süredir üzerinde düşündüğü ancak bir türlü başlayamadığı üç değişik konuda yazmak istiyordu. Kitaplarını bitirecek zamanı olacak mıydı? Bir kısım çalışmaları İsveç’de kalmıştı. Yurda dönüşünde bir kısmını getirmiş, son zamanlarda bazı notlarını oluşturmaya başlamıştı. Hastalığının son evresinde olduğunu biliyordu. 2014 yazında bir grup arkadaşla birlikte karar alarak başlattığımız çalışmada önemli bir yer tutacağı düşünülen, Türkiye’ de İşçi Hareketleri kitap dizisinin ilk cildinde büyük emeği vardı. Artık siz devam edersiniz, dediği ikinci kitabın notlarını son haftalara kadar titizlikle yazmaya devam etti. Eylül sonlarında ağrıları başlamış olsa da o ana kadar normal yaşamını sürdürebildi. Hastalığını cesaretle karşıladı ve hastanede geçen son birkaç haftalık dönemde bile sürekli yarım kalmış işlerini düşündü ve bunları arkadaşlarına devretmeye çalıştı.
Yazmak istediği kitaplardan birincisi, ODTÜ’lü yıllardan başlayarak, THKO ’nun kuruluşu ve Denizlerin idamına uzanan yıllardı. 1968’leri birçok kişinin yazdığını, ancak bir kadın olarak kendisinin de ayrıca aktarmak isteğinde olduğu deneyim ve anılardan söz ediyordu. Emperyalist kapitalist küreselleşmeye karşı 1990’lı yıllarda Avrupa’da başlayıp 2010’a kadar süren küresel direnişi yakından izlemiş, birçok eylemi ön saflarda militanca yer alarak yaşamıştı. İzlenimlerini ve anılarını toplayacağı ikinci kitabın konusu da buydu. Bir diğer kitap ise kadın mücadelesi üzerine olacaktı. Feminizmin Avrupa’da ve özellikle İsveç ’de izlediği yolu yakından takip etmiş, bu konuda eleştirel yazılar yazmıştı. Türkiye’deki kadın özgürlük mücadelesinde feminizmin etkisini görmüştü. Kendi deyimiyle Türkiye’de kadın mücadelesinin gelişmesi için feminizmle esaslı bir ideolojik hesaplaşma yaşanmalıydı. Üçüncü kitabıyla da bunu hedefliyordu.
Haziran ayının ilk günleriydi, nasıl bir hastalık bu, ben kendimi çok iyi hissediyorum, diyordu. Bu durumun O’nu, ölüm düşüncesinden uzaklaştırdığını ve kitapları bitirme yönünde cesaretlendirdiğini sanıyorum. Ama O yine de olur da yarım kalırsa, hangi çalışmayı kimin devam ettirebileceğini daha o günden düşünüyor ve ilgili arkadaşlara bu vasiyetini ulaştırıyordu.
Gülay yurda döndüğü son iki yıl içinde davet edildiği ya da katıldığı toplantılarda söz alarak yaptığı konuşmalarda siyasi düşüncelerini heyecanla anlatıyor ve ilgi görüyordu. Gülay’ın toplantılardaki ayırt edici özelliği, konulara net ve yalın yaklaşmasıydı. Her konuşmasında mutlaka, Marksizimin sol içinde yeniden tartışılır hale gelmesi ve sermaye sınıfının saldırıları karşısında ideolojik üstünlüğün sağlanması gerektiğini vurgulardı. Bu toplantıların birçoğunda söz alır ve konuşmalarında güncel sorunlara boğulmadan, doğrudan meselenin özüne temas etmeye çalışırdı.
Bize de tavsiyesi, bu tür toplantılarda üç temel konuya özellikle vurgu yapmamız gerektiği yönündeydi. Birincisi, Marksizmin kılavuzluğu idi. Son yirmi, yirmibeş yıldır, “artık işçi sınıfı ve sınıf siyaseti bitti” diyenlere karşı ideolojik mücadelenin önemine ve bu yönde solda yaratılmış zihin karışıklığına işaret ediyordu. Gülay, katıldığı forumlardan birinde söz alan genç bir katılımcının, bizi kitaplara teoriye boğmayın, şeklinde özetlenebilecek çıkışına, benzer konuşmalarla destek verilmesini hayretle karşıladığını anlatmıştı bir kez. Bilimsel gelişmelerin takip edilmediği, teorinin tartışılmadığı bir ortamda devrimci düşüncenin gelişemeyeceğini söylüyor, teoriyle pratiğin birliğini hatırlatıyordu.
İkinci konu, gerçek bir işçi sınıfı örgütüne duyulan ihtiyaç ve bunun yaratılması için sınıfın politik birliğini sağlamak. Mutlaka işçi önderleri ile buluşmamız ve sınıfın birliği için çalışacak bir çaba içinde olmalıyız diyordu. Hayri Erol ile birlikte derleyip yazdıkları, Türkiye’de İşçi Hareketleri isimli kitap dizisinin birincisi basıldıktan hemen sonra, kitabın tartışılması ve yeni ilişkiler yaratılabileceği inancıyla şehir dışına çıkıp ziyaretler yapmamızı istemişti. Kısa süreli tereddütümüze çok kızdı. Oysa ki, birkaç gün sonra yeniden kemoterapiye girecekti. Öncesinde, dinlenmesi gerekiyordu. Hastalığının kritik evreye girmesinden çok kısa bir zaman önceydi ve biz o seyahate O’nun ısrarıyla çıktık. Dönüşümüzde yorulmuştu ama mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Gitmeseydik, şimdi bir isteğini yerine getirememiş olmanın üzüntüsünü yaşıyor olacaktık. Gülay, işçi sınıfının enternasyonel ilişkilerine de çok önem veriyordu. Özellikle Ortadoğu’da. Türkye’de devrimi düşünüyorsak, mutlaka bunun bir Ortadoğu ayağı olmalıdır, diyordu.
Üçüncü konu ise, bir toplumsal devrim stratejisi içinde Kürt Siyasi Hareketi ile ittifak meselesi. Kürtlerin özgürlük mücadelesini hesaba katmayan, onunla ittifak ilişkisini göz ardı eden politik oluşumları, gücü ve etkisi ne olursa olsun ciddiye almıyordu. Birleşik Muhalefet Hareketi’nin kuruluş çalışmalarını yakından takip ediyor ve katıldığımız meclis toplantılarını aramızda değerlendiriyorduk. Daha en başta Kürt ulusal mücadelesi ile arasına mesafe koyan bir hareketin, stratejik olarak bir yanlış içinde olduğunu söylüyordu. Yararcı bir destek ilişkisi ya da hasmane eleştirilerle mesafeli durmayı değil, her zaman dostça ve sözünü sakınmayan eleştirilerle tam bir dayanışma içinde olmayı savunuyordu. Bunun gerçek bir dayanışma olabilmesi için de özgür ve eşitlikçi bir ilişkiye dayanması ve bu anlamda sosyalist solun, bir özne olarak tarih sahnesinde yerini alması gerektiğini sıkca dile getirirdi.
Gülay’la bir araya gelişimiz, elbette öncelikle politik anlayışımızdaki yakınlıktan dolayı idi. O’nu tanıdıkça, tavrındaki sadeliği, konuşmasındaki yalın ve net tutumu daha iyi anlama fırsatım oldu. En belirgin özelliği, politik tartışmalarda sözünü sakınmadan sarf etmesi ve doğru bildiği konuları savunmadaki ısrarlı tutumuydu. Gülay, biçimiyle değil, konuştukça sözüyle, davranışlarıyla fark edilen bir insandı. Türkiye’deki devrimci mücadeleye ilişkin biriktirdiğimiz bir yığın soruya birlikte yanıt aradığımız çalışma grubuna katılması için yapılan daveti kabul etmekte tereddüt etmememiş olması bizim için bir onur kaynağıdır. Kendisine yapılan birçok daveti nazikçe reddettiğini biliyoruz. En büyük hedefi, gerçek bir işçi sınıfı örgütünün yaratılması mücadelesine katkı vermekti.
Gülay, çalışkan ve üretken bir insandı. İsveç’de bulunduğu yıllarda, hem yerel sosyalist güçlerle ilişkiye girip onlarla birlikte çalışmış, hem de enternasyonel dayanışma etkinliklerinde görevler almıştı. İsveç’de dans ve estetik üzerine eğitim almış ancak gerekli zamanı ayıramadığından bu konularda tezini hazırlayıp eğitimini tamamlayamamıştı. İsveç’de çalıştığı müzede karşılaştığı bazı figürleri araştırması sonucu, türban hakkında ilginç tarihsel köklere ulaşmıştı. Bize, Türkiyeli sosyalistlere aktarmak istediği bilgi ve deneyimlere sahipti. PoliTez’de yazacaktı. Özellikle Aydınlanma ve Tarih bölümüne yazmayı, site editörü Mehmet Özgen'le planladıklarını biliyoruz.
Birlikte çalışmaya karar verdikten birkaç ay sonra, 2014 yazında çalışma grubumuzun kısa süreli bir tatil fırsatı oldu. Politik süreci ve önümüzdeki döneme ait yapacaklarımızı tartıştığımız o süre zarfında Gülay, geçmişin anılarını, bizimle paylaşıyor, O’nu kimi zaman büyük bir merak ve heyecanla, kimi zaman tatlı bir tebessümle takip ediyorduk. ODTÜ’de ve sonrasında birlikte olduğu devrimci arkadaşlarıyla yaşadıkları acı tatlı anılarını o günlerde kaydetmemiş olmanın çok büyük bir eksiklik olduğunu ancak O’nu kaybettikten sonra anlayabiliyorum.
Gülay’la birlikte çalışma şansı bulmuş olmamız grubumuz içindeki tüm arkadaşlar için büyük bir şanstı. Bir kısmımız 70’li yıllarda bir dönem Gülay’la birlikte olmuş, sonraki yıllarda da devam eden ilişkiler her zaman dostluk ve dayanışma çerçevesinde devam ede gelmişti. Yurda dönmek istediğinde de en yakınıdaki kişiler yine bu arkadaşlarımız oldu. Devrimciliğin sadece bir mücadele ve eylem hali olmadığının, bir yaşam ve davranış biçimi olduğunun en güzel kanıtı olan ve ölümüne kadar O’nu bir an bile yalnız bırakmayan Emine ve Hayri Erol arkadaşları burada anmadan geçmek büyük bir eksiklik olur.
Gülay’ın ölümünün ardından geçmişte birlikte olduğu birçok kişi, yaşadıkları anılarını ve Gülay hakkındaki düşüncelerini yazılarıyla paylaştılar. İstanbul’da tabutu başında konuşmalar yapıldı ve Gülay’ın devrimci kişiliği ve mücadelesi anlatıldı. Bu anlatımlarda Gülay’ın örgütlü mücadelesi, çoğunlukla 1968’den başlıyor ve 1980’lerde sona eriyordu. Yurt dışında İsveç’te geçen yıllarında onunla birlikte olanların anıları, ANF (anfturkce.net) haber sitesinde Gülay’la ilgili bir yazı içinde yayınlandı. Anlatılanlar, Gülay’ın yurt dışında da mücadelede hep en ön saflarda yer aldığının kanıtıydı. Bir devrimci için solun birçok kesiminde seviliyor ve sayılıyor olmak büyük bir gurur kuşkusuz.
Bu noktada, Gülay’ın ölümünden sonra www.gercekgazetesi.net adresinde 21, Ekim, 2015 tarihinde yayınlanan, “Önce THKO kurucusu, ardından Trotskist: Gülay Ünüvar’ı yitirdik” başlıklı yazıyı da anmak gerekiyor. Yazıda Gülay’ın yurt dışına çıktığı, 1981 yılından ölümüne kadar bir Troçkist olarak yaşadığı yazılmış. Gülay’ın ne zaman Troçkist olduğu ve ne kadar süre bu fikirlerle devam ettiğini bilemiyoruz ancak bildiğimiz bir şey varsa o da, birlikte çalıştığımız süre boyunca bu eksende bir örgütle organik bir bağ içinde olmadığıdır. O’nu, “Gülay, Türkiye Trotskizminin onur anıtlarından biridir.” şeklinde tanımlamak, Gülay’ın politik kimliğini daraltmak olduğu gibi, siyasal etiğe de sığmayan bir davranış tarzı. Gülay, hiçbir gruba sığdırılamayacak, devrimci bir değer olarak aramızdan ayrıldı.
Gülay’ ın erken denecek bir yaşta ölümü ile yakın tarihimizin canlı bir tanığını, mücadelede örnek alınacak bir kadını, yol arkadaşımızı ve yakın bir dostumuzu kaybetmiş olduk. Yokluğuna alışamayacağız...
Gülay Ünüvar Özdeş 68 çoşkusuyla mücadelesini sürdürdü (ANF)
Yazarın Dİğer Yazıları
Geleceğimizi, doğal afetleri toplu cinayete çevirenlerin elinde bırakmayacağız!
10 Şubat 2023Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu?
12 Kasım 2022Bir Seçime Yaklaşırken, İki Dernek, İki Farklı Tutum
23 Ekim 2021Demokrasi Konferansı; Yeniden Kuruluş İçin Halkçı Bir Seçenek Öneriyor
10 Temmuz 2021Gerici Kuşatma Karşısında Sanatın ve Sanatçının Sorumluluğu
26 Mart 2021Shakespeare'in Kralları'ndan Bugüne...
10 Şubat 2021Kim Bu ADAM'lar ?
8 Eylül 2020Saray Rejimi, Salgın Felaketini Büyütüyor
4 Nisan 2020Kaz Dağları’nda Ve Diğer Yerlerdeki Tüm Arama İzinleri İptal Edilsin
18 Ağustos 2019AKP Yönetiminde; Sosyal Devletten, Köleci Devlete
23 Eylül 2018Rejim son eşiği de döndü, diktaya Karşı yeni bir mücadele programı kaçınılmaz
4 Temmuz 2018Şimdi, yeniden 'Bu Daha Başlangıç..' demenin zamanıdır.
23 Haziran 2018Umut içimizde saklı
2 Ocak 2018Hayır'ı Örgütlemek
3 Şubat 2017Şimdi Karar Verme Zamanı!
15 Aralık 2016Ya Birleşik Mücadeleyi Öreceğiz, Ya da Faşizmin Karanlığında yok olacağız!
12 Mayıs 2016Silahların susması yetmez, Türkiye ve Ortadoğu’nun başına bela bu iktidardan da kurtulmalıyız…
11 Ağustos 2015Ağrı Provokasyonu ve HDP’nin Kurşunlanmasının Ardından…
21 Nisan 2015Haziran Seçimleri; Türkiye Solu'nun imtihanı
2 Mart 2015