Binlerce yıl öncesinden beri var olagelen, masallar, söylenceler, mitler bugün hala fırından yeni çıkmış sıcak ekmek tazeliğinde konuşuluyorsa bir hikmeti vardır bunun. Mitler yalnızca konuşuluyor mu..? Elbette hayır! Yazılıyor çiziliyor, resmi, heykeli yapılıyor. Kısaca; sanatta, edebiyatta hatta tıpta en baş köşelerde yer almayı sürdürüyor. Ben de Politez’in bu köşesinde, mitolojinin neden bu kadar etkili olduğu üzerine birkaç kelam edeceğim.
İlk güzellik kraliçesinin Afrodit olduğu söylenir. Tek kişilik jüri “Paris” adlı bir çobandır. Diğer yarışmacılar Hera ve Athena’dır. Bu üç güzel birinci gelmek için Paris’e türlü çeşit hediyeler sunarlar. Bunlar mal, mülk ve hükümdarlıktır. Afrodit ise aşkı armağan edeceğini söyler. Şayet güzel seçilirse Paris’le Helana ile dillere destansı bir aşk yaşayacaktır. Paris düşünür; içinde aşk olmayan bir serveti neyleyim diyerek, güzeller güzeli Afrodit’i seçer. Sonunda aşk kazanır yani. Bu mit bize yaşamda en önemli şeyin aşk olduğunu anlatacak ve geçerliliği kadim zamandan beri eksilmeden sürecektir. Fuzuli’nin dediği gibi “Her ne ise Aşk imiş bu alemde ilim kilu kaal imiş” (dedi kodu imiş.) O zamandan bu zamana şairler, yazarlar, ressamlar ve dahi bilumum sanatçılar ilhamlarını aşktan alır, aşkla yaratırlar.
“Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin” atasözü belki de en iyi Niobe anaya uyar. Altı kız, altı erkek sahibi Niobe ana, övünür durur çocuklarının çokluğuyla. Artemis ile Apollo’nun annesi Leto’ya karşı da densiz laf eder; “Benim on iki çocuğum var, Leto’nun sadece iki çocuğu” diye. Bu duruma Tanrıça Leto çok kızar ve nasıl olur da bir dünyalı benimle boy ölçüşür” diyerek on iki çocuğun ölüm fermanını verir. Söylencenin sonu çok acı bitecek, Niobe Ana tüm çocuklarını kaybedecektir. İnsan elindekileriyle şımarmaması, övünmemesi, nispet yapmaması yönünde bir uyarı mitidir bu belki de. Niobe ana ise sahip olduklarımızın her an yok olabileceğinin bir düsturu.
Narsizm en iyi herhalde Yunan mitinde kendine yer bulur. Antik Yunanlılar, nergis çiçeğinden güzel bir söylence yaratmış. Narkissos isimli bir delikanlı kırlarda, ormanlarda, dere kenarlarına dolaşır. Çok yakışıklı bir genç olduğu için kızlar ona hayrandır. Ancak Narkissos hiçbir kıza pas vermez çünkü kendisine aşıktır. Sonunda suda kendini hayran hayran izlerken düşer boğulur. Bu eylem biraz da narsist kişiliklerin sonu yalnızlık girdabında boğulabileceğini hatırlatır bize. Aynı zamanda tıpta çok yararlanılır. Kendisine çok beğenen kişiler için “narsist” ismi kullanılır. Ötesi var mı?
Hayal gücü sınır tanımaz. Birçok ağacın, çiçeğin, ırmağın kısaca doğanın türlü çeşit varlıkları mitolojiye konu olur. Örneğin defne ağacı söylencesi sevimli ve ilginçtir. Tanrı Apollo, Dafne adlı kıza aşık olur. Bir gün Dafne ormanda gezerken, Apollo kızın karşısına çıkar aşkını ilan eder. Aşkına karşılık bekler. Ancak kız yanaşmaz delikanlıya ve uzaklaşmaya çalışır. Kız kaçar oğlan kovalar. Çaresiz kalan Dafne, yalvarır Zeus’a “Tanrım beni kurtar” diye. Baş tanrı Zeus duyar bu yalvarmaları. Apollo tam da kızı yakalamaya ramak kalmışken, Dafne’yi ağaca çevirir. Apollo kıza sarılır ama bir bakar ki, Dafne olmuş Defne ağacı. Gönülsüz sevginin sonu ağaç gibi, odun gibi sert ve hissiyatsız olur istemeyenin ruhunda. “ Zorla güzellik olmaz” atasözü sanki bu mit içindir.
Açlık tanrıçası ise yiyip, yiyip doymayanlardan. Kendi açlığı yetmiyormuş gibi kime yaklaşsa açlık belasını bulaştırıyormuş. Ersiton (aslı Erysikhton, kolay okunması için böyle yazdım) isimli bir kral, bu kötülükten nasibini almış. Açlık tanrıçası bir gece, Ersiton’un uyurken odasına girerek ağzına açlık nefesini üflemiş. Ansızın karın guruldamasıyla uyanan kral, başlamış ne bulursa yemeye. Günlerce yiyor, ne bulursa atıyormuş ağzına. Dolaplar, ambarlar boşalmış, çuvallarda, kilerlerde bir şey kalmamış. Başka şehirlerden yiyecekler getirilmiş. Ersiton ha bire, ha bire yiyormuş. Masal bu ya, o kadar yemesine rağmen, midesine karnına hiçbir şey olmuyormuş. Yedikçe yemiş, yedikçe yemiş en sonunda yiyecek bir şey bulamayınca açlık tanrıçası gibi kendini yemiş. İşçi hakkını yiyen, doğayı talan eden, gölgesini satmadığı ağacı kesen sisteme ne kadar benziyor değil mi.
Prometheus, insanların sefil hallerine üzülerek ateşi tanrılardan çalıp insanlara götüren tanrıdır. Bu olaydan sonra insanoğlu/kızı eti pişirerek yemeyi öğrenecektir. Zeus bu suçu cezasız bırakmaz, elleri ve ayaklarından bir kayaya bağlanan Prometheus’a bir akbabayı gönderir. Prometheus’un her defasında yenilenen ciğerlerini, akbaba yer. Gündüz yenilenen ciğeri gece akbaba yer. İşkence üç bin yıl sürer. Herakles onu kurtardığında ise şu ibretlik sözü söyler. “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yoktur.” Devrimcilere her çağda yön veren eskimeyen bu söz, aynı zamanda umudun nedeni ve simgesi olmuştur. “Ateşi Çalmak” isimli Marks ve Engels’in hayatını anlatan beş ciltlik belgesel romanı okuyucularıma tavsiye ederim.
Prometheuslarımız bol olsun değerli okurlar.
Yazarın Dİğer Yazıları
Tanrıça Demeter ve Akbelen
6 Ağustos 2023Örgütlü Mücadelenin Gücü
23 Mart 2023Göçebe toplumlardan bugüne Göçler
4 Mart 2023Deprem!
19 Şubat 2023Serol Teber
25 Ocak 2023Mahsa Amini ve Mücadeleci tüm kadınlara
9 Ekim 2022Spartaküs ve Zenci İSyanı
27 Mayıs 2022Rıza Şehri
29 Nisan 2022Baharın Mitosları
28 Mart 2022cam tavan etkisi
3 Mart 2022Yunus Emre
31 Ekim 2021Halide Edip Adıvar
8 Ağustos 2021Özgürlük (2)
17 Temmuz 2021Özgürlük -1
29 Haziran 2021Yalnızlık ve halleri
16 Haziran 2021Zabel Yeseyan
3 Haziran 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kadın Dergileri
16 Mayıs 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadın Dernekleri
27 Nisan 2021Bacıyan-ı Rum: Anadolu Kadınlar Birliği
11 Nisan 2021